İlk albümden sonra tepkiler nasıldı?
Ulaşabildiğimiz kişilerden genelde olumlu tepkiler geldi. Dinleyen eleştirmenlerin ya da dinleyicilerin çoğu da beğendiklerini ifade ettiler. Pek çoğu yazdı, çizdi ya da paylaştı. Dinleyici anlamında da aynı şekilde değerli geri dönüşler oldu. Burada temel sorun, dinlediğinde bu müziğe tepki verebilecek, bu müziğe duygusal karşılığı olan kişilere ulaşabilmek.
Bu sorunu aşabilmek için neler yaptınız?
Kendi adıma söyleyecek olursam, yaptığım şey müzik ve benim için de bu yaşamsal bir boyuta sahip. Dolayısıyla sürekli üretip, daha çok ve daha iyi üretip, daha çok paylaşmak doğru cevap olabilir.
Başka bir yol var mı peki sence?
Bu konu sadece müzisyenle ilgili değil. Tabii, müzisyen ya da herhangi bir formda üreten bir sanatçı hep daha iyi, daha yeni ne olabilir, ne yapabilirim diye düşünmeli, çabalamalı. Ama o eserle iletişime geçecek dinleyiciyle ulaşabilme boyutu, bence başka konumlardaki insanların temel görevi.
Dijital araçlarla birlikte bir bakıma promosyon veya tanıtım konuları gibi durumlar, artık sanatçıların üzerine bir ‘iş’ olarak da ekleniyor. Bu senin üretim alanını kısıtlıyor mu, yoksa sanatçılarının bu tür promosyonlarla uğraşması gerektiğini mi düşünüyorsun?
Farklı farklı üretim ve paylaşım süreçlerine sevk eden ya da bir şekilde mecbur eden her şey hoşuma gidiyor bazen. Bu elbette kolay değil ancak benim adıma sınırlarımı zorladığım bir süreç olduğu da gerçek. Ama bu konuda, tıkanmış süreçler de var.
Özgürlük Yokluğu Hissedilen Şey
Neden tıkandı bu kanallar?
Bloklu kanallar, duvarlar var. Bunları aşmak, doğrudan müzisyenin yapabildiği şeyler değil. Bu son yıllardaki müziğin biraz daha dijital paylaşıma yönelmesi, farklı kanallarda farklı etkiler doğurdu. Tabii ki, temelde algoritmaların yönettiği, maddi desteğe veya çok insana ulaşabilen kişilerin paylaşımına yönelik bir dinlenme yapısı var. Dolayısıyla tek isteğim, insanların kendi istediği müziği, kendileri için anlamlı olabilecek müziği kendilerinin bulabilmesi. Müziği araması ve bulması, ona sunulan veya dayatınla sınırlı kalmaması.
Bir özgürlük mücadelesi olarak adlandırabilir misin bunu?
Burada özgür olabilmek, özgür düşünebilmek gerçekten aranılan, yokluğu hissedilen şey. Kişinin kendini bulabilmesi, ifadesiyle bağlantı kurabilecek insanlara ulaşabilmesi önemli, çok bilinen bir mecranın paylaşım yapması değil. Bunlar kötü şeyler değil elbette, yani insanların yazması çizmesi çoğu zaman çok değerli oluyor. Ancak bir sınır da var, yani bütün sanatsal etkileşim bu süreçlere dayalı olduğunda, sadece sunulan, sana iletilenle çok limitli bir alanda kalıyorsun. Buna temelde ana akım deniyor işte. Bu nedenle kişinin müziği kendisinin arayıp bulması daha önemli diye düşünüyorum. En azından benim için bir anlamı var bunların.
Biraz önce insanlara ulaşabilme konusunda bir sınır var dedin, bu sınırı biraz daha açabilir misin?
Sınır temelde, ekonomik sebepler. Ekonomik sebepler derken de şöyle. Maddi karşılığının ne olacağını veya ne boyutta olacağı, en temel belirleyen oluyor müziği paylaşan insanlar için. Pek çok mecra bu anlamda sorumlu görülebilir. Konser mekanından menajerlere, basın mensuplarından radyolara kadar. Ekonomik karşılığı en çabuk, en hızlı ve en fazla olan işlere yönelim her zaman vardı. Fakat bunu böyle görmeyip, yeni işlere, yeni insanlara, yeni üretimlere yer veren insanlar da var. Ama genele bakıldığında, ilk duvar ekonomi. Veya sanatı ya da sanatsal üretimi, herhangi bir mal alım satımı gibi ticari ya da iktisadi paradigmanın içine sokarak, bir nesne olarak alıp satmak da diyebilirim… Bunun ne kadar kâr edebileceğini, ne kadar kazanç sağlayabileceği üzerinden değerlendirebilmek bu en büyük duvar ya da sınır. Diğer sorun da tanıdıklık. İnsanların mecralarında sadece, ilişkide ve iletişimde olduğu kişilere yer vermesi.
Bu sınır ne gibi problemlere yol açıyor sence?
Hem sanatçıları kırıp, başka türlü üretmeye yönlendiriyor, hem de bazı sanatçılar bu işi yapamaz hale geliyor. Müzisyeni kendi müziğini yapamaz hale getiren ve daha popüler işlerde yer almasına neden olan bir sınır bu. Bir diğer etkisi ise, ki bu bence çok daha önemli, bir toplumu sığ, yapay, kendini tekrar eden, çoğu zaman çalıntı, kültürel ve sosyal anlamda atıllaştıran seslere mecbur etmek sonucunu da doğuruyor. Buna pop demek ya da ana akım müzik olarak kategorize etmek doğru olmaz, ama temelde atıllaştıran, hayır demeyen, sorgulamayan, sadece eğlenceye yönelik, ya da vakit geçirmeye yönelik işlerin önü açılırken, itiraza yönelik ya da başka seslere ilişkin seslerin önünde daha büyük engeller oluyor.
Şu an itiraza ihtiyaç var mı müzik piyasasında?
Her zamankinden fazla var tabii.
Neden?
Dünyanın genelindeki eğilim gibi, her alanda, her kolda ya da endüstride olduğu gibi her şey hızla yokuş aşağı gidiyor ve buna itiraz etmediğimiz sürece, hayır demediğimiz sürece bu sonun canlı tanıkları haline geliyoruz. Bu yaşam tercihimizde de geçerli. Tükettiğimiz her nesneden, günlük hayatımızdaki tüm pratiklerimize kadar işlemiş bir durumdan bahsediyorum. Müzik ve sanat için de aynı şeyler geçerli. Beslemediğimiz, özen göstermediğimiz şeyler yok olmaya mahkum ve biz de onlarla birlikte yok olmaya mahkumuz. Yani bütün gün, sadece kendimizle ilgilenirsek, kendi kurtuluşumuza odaklanıp sadece kendi konforumuzu düşünürsek, diğer tarafta bazı şeyler ölüyor.
Popüler Olma Kaygısı Taşımadan Üretim
In Hoodies hem gerek sound olsun, hem de diğer farklı sanatları kendi müziğinin bir parçası olarak görüyor. Sence ‘popülere karşı’ bir direniş olarak okunabilir mi?
Çaba olarak öyle algılanması beni mutlu eder. Bir işin popüler olması sorun değil ama popüler olma kaygısı taşımadan üretilmesi değerli. Kitledeki ilk karşılığı yerine, temelde hissedilene, ifadeye ağırlık verilmesi yani. Yapmaya çalıştığım şey insanlarla bir araya gelerek üretmek. Çünkü çok fazla ve çok sayıda iyi üretim yapan insan var. Bunların bir araya gelmesi, farklı yeteneklerin bir araya gelebilmesi çok değerli benim için. O yüzden beraber çalışabildiğim insanlar, kendimi çok şanslı hissetmeme neden oluyor. İkincisi ise farklı formları bir araya getirerek, ifadeyi daha kuvvetli hale getirebilme imkanı doğuyor ve esas istediğim şey de bu aslında. Benim için bunlar müzikle birlikte evriliyor zaten. Başka görsel formlar, illüstrasyonlar, fotoğraf, video ya da yeni medya araçlarıyla yeni ne yapılabilir diye düşünüyorum. Önümüzdeki tabloya, yeni ne katılabilir diye düşünüyorum. Bu sürekli kafamı meşgul ediyor. Ben bu şarkıyı yaptım ve oldu diye hissetmiyorum. Hep farklı formlarla birlikte kafamda canlanıyor. Orada da farklı birliktelikler doğuyor. Kolektif ruh eşsiz bir şey, o işi başka türlü bir bütün olarak ortaya çıkarmamızı sağlıyor.
Multidisipliner anlamda örnek aldığın ya da beğendiğin bir proje var mı?
Çok fazla multidisipliner çalışmalar olarak görmesem de, mevcut sınırları nasıl aşabiliriz düşüncesine yönelik tekil örnekler görüyorum. Tabii müzikle, diğer görsel sanatların da içinde yer aldığı değerli örnekler var ama bir kişinin yaptıklarını takip etmek yerine, etrafımdaki şeyleri hissetmeye çalışıyorum diyebilirim. Burada ne oluyor, çevremde neler oluyor, dünyada neler yaşanıyor, yaşadığımız şey ne ve neyin içindeyiz. Bu tekrarın ya da kısır döngünün içinden nasıl çıkılabilir. Bu bir şarkıyla da olabilir, ama daha kuvvetli ifadeler denemek, özgün üretimleri olan sanatçılarla bir araya gelebilmek çok daha değerli geliyor.
Hikayenin tek kanaldan akmasını istemiyorsun sanırım.
Tabii; örneğin kenara yazdığınız 3-5 satırın, bir illüstrasyon sanatçısının elinde başka bir şeye dönüşmesi, bir şarkıyı dinleyen heykeltıraşın, şarkıyı dinleyip, şarkının heykelini yapması, sizin onun heykeline bakarak, bir melodi yaratmanız, ifadeyi çok daha anlamlandırıyor. Çok katmanlı bir hal almasını sağlıyor.
Bir besteyi yaptın, aslında bitmiş bir iş o. Onu daha ileriye götürmek için neler yapıyorsun?
Genelde üretim süreci içinde canlanıyor kafamda. Yani şarkıyı yazarken de, bir söz aklıma geldiğinde de başka şeylerle birleştirmeyi seviyorum ya da başka insanların tetiklediği şeyler de oluyor. Biri mesaj atıyor, görsel tarafa ağırlık verdiğinizi görüyorum ve ben de bir şeyler çizmek isterim diyor. Ben de, karşılık olarak böyle bir şey yaptım geçen gün diyorum, aklımda şöyle şeyler var diyorum. Bir araya gelmeye başlıyoruz sonrasında. Bunun tersi de oluyor tabii; ben birisinin işini görüp, bir şeyler üretmeye yelteniyorum. Eğer yakın hissediyorsam, ulaşıp beraber bir şeyler yapmayı öneriyorum. Böyle böyle, sonu gelmeyen süreçlere dönüyor.
Yeni single “Coo Coo” nasıl bir üretim süreci vardı?
“Coo Coo” uzun süredir, riffleri kafamda olan ve bir süredir de konserlerde çaldığımız bir şarkıydı. Konser sonlarında insanların gelip sordukları, dolayısıyla benim için farklı bir değere oturan bir şarkı oldu. Tabii herkesin nasıl algılayacağı farklıdır ama benim için ilk itici güç delirtici bir rutine oturan günlük hayat oldu.
Bir Mahşer Sürecinin İçinden Geçiyoruz
“Coo Coo” neyi dert ediniyor?
Sonu aslında yaşıyor olduğumuz. Nasıl diyeyim, bir mahşer sürecinin içinden geçtiğimiz ancak hiçbirimizin bunu ifade etmeyişi ve bir şekilde devam ediyor olmamız üzerine bir şarkı. Bendeki karşılığı bu nedenle daha farklı olmaya başladı. Bu yüzden nakaratta “la la la” diyor şarkı. Durdurmadığımız gibi sanırım durdurmaya çok çalışmadığımız bir şeyin içindeyiz ve yüzleşmek yerine zaman geçiriyoruz. Bu noktada müziğin de sadece eğlenceye yönelik üretilmesi bir diğer sorun. Sadece eğleniyoruz, dans ediyoruz. Aslında burnumuzun dibinde olan o şeyi görmemek için kafamızı çeviriyor, duymamak için “la la la” diye bağırıyoruz.
Sorun var mı peki?
Var fazlasıyla var. Bu nedenle şarkıyı bir çeşit kese kâğıdı ile yayınlama fikri doğdu. Kese kâğıdının üzerinde liriklere ve şarkının ifade ettiği slogan vari ifadelere yer vererek anlatmak istedim. Çok fazla plastik var, çok fazla tüketim var gibi… Şu şu sorunlar var ve neden umursamak artık önemli değil gibi düşüncelerle…
Müzikte bilinçsiz tüketimi bir problem olarak görüyorsun sanırım.
Dijital streaming servisleri, şarkıların artık herhangi bir sosyal medya portalındaki içerikler, her hangi bir reklam gibi sadece scroll edilen, 10-15 saniye dinlenen şeylere dönüşmesi, içselleştirmeden tüketilmesi benim için bir yaklaşım problemi. Şarkı ve bağlantılı tüm üretimler bu yüzden özellikle fiziksel olarak boş olan bir formda yani boş bir kese kâğıdında. Kâğıt atılacak, yerlerde uçuşacak bir şeyken bazen görülebilecek, bazı kişilerce farkedilecek, kişinin belki aldığı elmayı, kahveyi taşıdığı şeye bakıp, bunun içinde bir şey varmış diyebileceği ve bir şekilde o formu sorgulamakla, müziğin geldiği formu ve tüketimi sorgulamakla şekillendi kafamda. Bunların hepsi aslında, temelde anlam ifade edebileceğini düşündüğüm, insanlarla bağ kurabilme çabası… Yok olduğunu düşündüğüm bir şeyin içindeyken, ifadede bir yoğunluğun ve bir tür aciliyetin gereki olduğunu düşünüyorum. Bu kadar üretme çabası, bu kadar insanlarla iletişim kurma çabası da bu yüzden.
Ne gibi çalışmalar olacak yeni single için?
Kese kağıdındaki linkte 20 farklı sanatçının şarkıya ilişkin üretimleri olacak. İllüstrasyonlar, hikayeler, gifler, videolar ve farklı başka materyaller… Kısacası şarkı için hazırlanan içerik hızlı tüketilebilecek bir şey değil. Köleliğe ilişkin metinlerin gizlendiği choker modellerinden, haşere ile mücadele ilanlarına, diş gıcırdatmayı önleme için üretilmiş sahte dişlik reklamlarından, sosyal anksiyeteyi işaret eden kıyafet eskizlerine kadar farklı 50 civarı üretim var linkte ama yüzeydeki kese kağıdı alınıp atılabilecek hatta çoğu zaman hiç görülmeyecek bir form. Görsellerin büyük kısmı; temelde sömürüye dayalı sistemlerden başlayarak bugünümüze geliyor. Kölelikten tutun da, cinsiyet ayrımcılığına ya da fikirlerimizin hiçbirinin, kendi fikrimizin olmayışı, rızanın üretimi konularına ya da dünyadaki siyasi konularına kadar… Temel düşünce, herkes müziği, sanatın ekonomik karşılığı üzerinden tartışırken, tüm üretimleri farklı bir formda, farklı medyalarla ve karşılıksız olarak insanlara sunabilmek. Bir arada üretip tüm işlerin birbirini beslemesi.
Müziği bütün dünya dinlesin, Türkiye dinlesin diye yapmıyorum
“Coo Coo” da nasıl bir sound var?
Biraz daha sert, biraz daha gürültülü, synth’lerle başlayıp aynı şekilde biten yüksek tempolu bir şarkı. EP’deki sound’a biraz daha yakın diyebilirim.
Sony BMG’den çıkacak bu albüm. Sony ile ilişkiniz nasıl? En nihayetinde ana akım’la ilişkili bir firma.
Birkaç konu var aslında. Bağımsız görülen alternatif sahne, ana akım dışı sahnede görülen müzisyenlerin biraz daha paralelindeki yerle bağlantıya geçtiğinde bir çeşit bir burun kıvırma durumu oluyor. Bence oradaki en değerli şey, ana akım label’ların özellikle sub-label’larıyla farklı müziğe ilgi gösterebilir hale gelmesi. Zaten böyle bir şeyin tebliğ edilmesi gibi bir durum yok, zorunluluklar içerisinden çıkan bir şey değil. Siz içinize sindiği ölçüde, kendi hayallerinize uyduğu ölçüde bir şeye evet ya da hayır diyorsunuz. Bizim Sony ile işbirliğimiz, tamamen bu şekilde gerçekleşti. Sony’nin burada oluşturduğu sub-label’lar üzerinden ilerledi. EPIC gördüğüm kadarıyla biraz daha alternatif işlere kapı açacak bir yapı olmayı hedefliyor. Yine anlaştıklarını bildiğim ve benim de çok çok sevdiğim insanların işlerini yayınlayacaklar. Ben bu adımları olumlu görüyorum. Birincisi müziğin daha çok insana ulaşması açısından önemli. İkincisi müzisyenlerin, bir meslek olarak müziğe devam edebilmesi konusunda, en azından daha iyi bir alan oluşturabilmek için bunu değerli görüyorum. Zaten yaptığımız şeyi, buradan çok zengin olmak amacıyla değil, temelde bir ifade etme biçimi ya da paylaşabilme güdüsüyle yapıyoruz. Bunu genişletebilecek şeyler çok daha olumlu oluyor. Benim tek başıma yapamayacağım bir şey, firmanın desteğiyle başka formlara ulaşıyor. Bunu böyle görmeye çalışıyorum. Zaten yaptığım müziği bütün dünya dinlesin, Türkiye dinlesin diye yapmıyorum. Bu gerçekçi de olmaz. Sadece dediğim gibi, dinlediğinde bir duygusal karşılığı olabilecek insanlara ulaştırılabiliyorsa, bu benim için çok daha değerli.
İlk albümde Müzik Hayvanı, şimdi ise EPIC. Üretim süreçlerinde ne gibi farklar var?
İkisi de aslında bitmiş işlerin onlara sunulmasıyla oldu. Ben de tabii yaşayarak göreceğim. Sadece daha kalabalık ve dinamik bir ekiple, yaklaşım ve özen farkının olduğunu söyleyebilirim.
Yerli sahne üzerine ne düşünüyorsun? Büyük bir alev vardı, fakat zamanla köz haline geldi. İnsanların ilgisi yavaş yavaş kaybolmaya başladığını düşünüyorum.
Aslında bu konuşmanın başındaki ekonomik ve siyasi etkenlerle ilişkili bu soru. Bana sorarsanız bu ülkede veya dünyanın herhangi bir yerindeki müziği, yerli sahne olarak ayırmak bile doğru değil. Etrafımızdaki üretim üzerinden değerlendirildiğinde, her yerde çok iyi işler yapılıyor. Bu yine ne şekilde ve nasıl sürdürüldüğü ile ilişkili. Ekonomik ve siyasi engeller, bir sosyal olay sonucunda yurt dışından grupların gelememesi gibi nedenlerle buradaki gruplara daha fazla ilgi gösterilmesi gibi yaklaşımlar çok yüzeysel kalıyor. En üzücü şey bu kısa süreli ilginin temelsiz karşılığına kapılıp sonradan üretimin sekteye uğraması olur, ancak ben üretimin azaldığını düşünmüyorum. Çok fazla insan, çok değerli şey üretiyor. Yanlışlık sadece müzisyenlerle ilgili değil. Tabii ki müzisyenlerin daha çok üretmesi ve paylaşması gerekiyor. Yani kendi limitlerini zorlaması ve bir arada daha çok durması gerekiyor. Bir de bu endüstriyse, her ne kadar bu güzel bir tabir olmasa da, bir işse müzisyenlik, bu endüstrinin diğer kollarındaki insanların da daha hassas olması gerekiyor. Konser mekanları, organizasyon firmaları, festival düzenleyen yapılar fikir sanat üretimine yaklaşırken konunun ne olduğunu fark ederek, biraz daha hassas olmalı.
Peki mekanlar sence yerli sahneden müzisyen ya da gruplara yeteri kadar yer veriyor mu?
En başta kimse, kimseye yer vermek zorunda değil. Böyle bir zorunluluk yok. Ama yanlış olan şeylerden biri; buradaki sömürü devam ederken ve limitli bir sahne söz konusuyken, yurt dışından gelen veya burada daha bilinen gruplara tavırla, daha genç veya yeni gruplara gösterilen tavır arasındaki fark, çifte standart. Bu dinamik aslında çok değişmemişken, yerli sahneye, bağımsız müziğe destek gibi tanıtımlar yapmak çok yanlış. İkincisi ise bir şeyi olduğundan farklı göstermek. Burada çok değerli mekanlar var elbette. Ancak halen çoğu mekan, pek çok müzisyeni, sadece kapıya çalmak dediğimiz yani satılan bilet üzerinden bir pay karşılığı veya ikram üzerinden çaldırıyor. Benim limitli bildiklerim dahilinde, bunun sömürü dışında bir tanımı yok.
Neden?
Çünkü dünyada evrensel temel iş hukuku prensibi çalışan insanın emeği karşılığında, çalışması sonunda alacağı maddi karşılığı bilmesidir. Dolayısıyla siz herhangi bir iş kolunda, bu akşam buraya gelecek insan sayısı adedi üzerinden, ya da bilet sayısı üzerinden, ya da oradaki içki satışı üzerinden ücret alacaksanız diyemezsiniz. Eğer diyebiliyorsanız, dükkanlarının önüne bugün lokantamıza gelecek kişi sayısına göre garson ücretlendireceğiz, ona göre garson aramaktayız demek de gerekiyor. Bu neden olmaz ? Çünkü mavi yaka ya da fizikesel iş gücüne dayalı gördüğü kişilerin itirazından daha çok korkarlar. Ama daha eğitimli, beyaz yaka gördüğü, nazik veya daha hassas gördüğü müzisyenlere, fikirsel çalışması daha yoğun kişilere bunu diyebiliyorlar çünkü biz müziğinize sahne açıyoruz, bunun bir ekonomik karşılığı yok düşüncesi oluyor. İki cevap akla geliyor; ekonomik karşılığı yoksa bunu savunarak hareket eden kişilerce bu iş yapılmamalı, farklı bir iş yapmalılar. Şu an bütün Beyoğlu’nda olduğu gibi, büfe açabilir, dönerci açabilirler fakat bu yaklaşımla kitapçı açılmaz, çünkü orada ekonominin ötesinde bir değer söz konusudur. Kültür ve sanat yaşadığınız yerdeki yapıyı, meyvenin kilosundan daha farklı boyutta etkiler. Konser organizasyonu üzerinden konuşacak olursak, bunun bir iş olduğunun ve iktisadi tarafının olduğunu farkındayım, fakat sanat sadece bu şekilde değerlendirilecek bir şey değildir. Sanata böyle yaklaşıldığında etki toplumsal anlamda çok daha yıkıcı oluyor. İkinci faktörse, sahne açmak savı; burada da bir duygu sömürüsü olduğunu görüyorum. Özellikle genç ve müziğini çok sayıda kişiye ulaştırma gereği duyan kişilerin, müziğe tutkusunun sömürüsü var. Herkes müzik yapmak istiyor, herkes sahne almak istiyor. Burada birlik sağlanamadığı sürece sömürü devam ediyor.
Sence bu birlik sağlanabilir mi?
Elbette sağlanabilir.
Nasıl olacak bu iş?
İnsanların aynı gemide olduğumuzun farkında olması gerek. Biri punk yapıyor, öbürü rap yapıyor, bu ünlü, diğeri değil, biri Peyote’de çıkıyor, diğeri Zorlu’da çıkıyor demeden, biri “no-name”, diğeri “established” gibi saçma etiketleri kenara bırakarak, temel değerin ses olduğunu, ses üretmek olduğunu farkına varmak gerekiyor. Bu merkezde birleşip diğer ayrılıkları bir kenara bırakıp, ortak kararlar alınması gerek diye düşünüyorum. Bugün İstanbul’da müzik mekanlarında çalan atıyorum 50 grup varsa, bunların hepsi aynı anda ben çalmıyorum dediğinde, sistemde bir çatırdama olacaktır. Aynı şekilde müziğe zarar verdiğini düşündüğümüz yaklaşımlara karşı hep birlikte hayır dersek veya nelerin değişimiyle müziğin ve müzisyenin, dolayısıyla toplumun kültürel ve sosyal yapısının daha iyi besleneceği konusunda bir arada düşünüp, bir arada hareket edersek pek çok değişebilir.