Son günlerine yaklaştığımız (İngiltere- Hırvatistan maçı akşamı) Dünya Kupası heyecanına  -bu turnuva için “heyecan” kelimesi tartışmaya açık-  Zorlu PSM’de kurulan dev ekran vesilesiyle dahil olmanın ardından, ön grubumuz Kalben’i dinlemeye gecikmeli bir giriş yaptık.

 

Maçı izleyen kalabalık kitleye güvenerek, konsere giren kişi sayısının az olacağını ve en önlerden yer kapabileceğimizi düşünmenin büyük bir hata olduğunu anlamamız birkaç saniye sürdü. Çılgın kalabalığı selamladık ve kendimize güzel bir yer bulmak için çabalamaya koyulduk. Bu sıralarda Kalben sahneye çoktan çıkmış, son şarkılarına yaklaşmıştı. Bu çaba esnasında fark ettik ki, ana grubumuz Angus and Julia Stone’u dinlemeye gelen kalabalık, ön grubun şarkılarına pek hakim değillermiş. Böylece biz de kendimizi bu konuda pek fazla yadırgamamış olduk. Ancak Kalben severlere güzel bir spoiler verebiliriz: son şarkı olarak, konserden üç gün önce evvel bestelediği parçayı paylaştı bizlerle. Yeni bir şeyler geliyor yakında, beklemede kalınız!

 

Şimdi gelelim canımız, naif, sakin, dingin, melankolik yanımız Stone kardeşlerin nefis konserine;

 

Kullandığımız sıfatların böyle olduğuna bakmayın, konserde gördük ki yüksek tempoya uyarladıkları şarkıları ve klavyenin gücüyle eğlenceli yanımıza da dahiller!

 

 

Konsere en sevilen parçalarından biri olan “Draw Your Swords” ile giriş yapan grup, albüm versiyonlarından farklı olarak şarkıyı çok daha galaktik bir hale getirmişler. Bunun şaşkınlığıyla karşılaştık derken, fonlarında beliren uzay temasıyla sanki yer çekimi ortadan kaybolmuş ve ütopyalara doğru uçuyormuşuz gibi bir atmosferin içinde bulduk kendimizi. Müzik ve dev görsel kullanımı bu anlamda birbirlerini muazzam tamamlıyordu. Julia’nın naif sesi ve Angus’un karizmatik duruşu da tüm bunları destekleyici nitelikteydi tabii ki…

 

Angus ve Julia kardeşlerin neredeyse her şarkı için farklı bir enstrümana geçiş yaptıklarını söylesek abartmış olmayız herhalde. Zaten kendileri de, yaptıkları konser öncesi röportajda “müzik araçları değişse bile biz farklı enstrümanlar keşfederek çalmaya devam edeceğiz.” şeklinde dile getirmişler bu durumu. Bu kadar çok enstrümanın bir açıklaması olmalıydı. Bu da şöyle bir güzellik katıyor bizce onlara; grubun şarkıları genellikle hisler üzerinden ilerliyor ve temasal olarak “gitmek”, “kalmak” gibi eylemler ön planda. Ancak bunların hepsini öyle farklı ses ve ritimlerle karşımıza çıkıyorlar ki… Hepsi farklı bir “gidiş” oluveriyor böylece. Aynı temalardan ilerlemenin büyük bir riski de “sürekli kendilerini tekrar ediyorlar.” gibi eleştirilere maruz kalmak olsa gerek. Angus ve Julia kardeşler ise her birine apayrı tatlar vermeyi çok şahane başarmışlar.

 

Grup, her ne kadar son albümleri “Snow” kapsamında ülkemize gelmiş olsalar da, setlistlerine eski albümlerinden ( özellikle en sevilenlerden biri olan “Down the Way”) parçaları da bolca dahil etmişler. Turne kapsamında olan bu konsere çok özenerek hazırlandıklarını daha ilk saniyelerde hissetmiştik ve bu atmosferi konserin son anına kadar korudular hatta arttırdılar desek yeridir.

 

Yine verdikleri konser öncesi röportajda şöyle bir sözlerini okuduk. “Yapılacak en güzel şeylerden biri, dünyayı hissettiğimiz müziğe dönüştürmek.” İşte bizlere tam olarak bu cümlelerinin uygulayıcısı bir konser düzenlemişler. Bir cümle ne kadar iyi somutlaşabilirse, o kadar…

 

 

Işık kullanımı da oldukça iyi olan grubun kullandığı hareketli görseller gecenin en göz alıcı kısımlarından biriydi. Her şarkıda değişen görseller hem şarkıya kapılıp gitmemizi sağlıyordu hem de bazılarında öylece durup sadece kendilerine baktırıyordu. Her ne kadar melankoli dolu tınıları olsa da çoğu şarkıya eşlik eden, enerjisi yüksek bir kalabalık ve bundan oldukça memnun gözüken bir grup vardı sahnede. Bu atmosfer sayesinde o gece bizler de dünyayı hissettiğimiz müziklere dönüştürmüş olduk belki de. Kendi dünyalarımızı…

 

Bir de, bir grup vardır dinleyicileri eğlendirmeye gelmiştir. Bir de Angus and Julia Stone vardır bizleri eğlendirmenin yanında kendi içlerinde de sahnede deli gibi eğlenmişlerdir! Dansları, iki kardeşin aralarındaki şakalı hareketleri, bizlerle sohbetleri… Daha nicelerini dahil edebiliriz.  Bis’te çaldıkları “Big Jet Plane” şarkılarında Angus’un telefonlarınızın flaşını yakıp bize tutun, bizim için çok güzel oluyor demesinden sonra hepimizin telefonları çıkarıp şarkıya eşlik etmesi, konserin en akılda kalıcı, keyifli anları arasında yerini aldı diyebiliriz. Bu noktada, Julia’nın bir şarkıda elinde gitar varken diğer eliyle de trompet çalmasını izlemenin keyfinden de bahsetmeden geçemeyiz…

 

 

Konserin kapanışını yine “Down the Way” albümünden “For You” ile yapan Stone kardeşler, bize uzun süre unutamayacağımız bir deneyim yaşattılar ve müthiş bir keyifle ayrıldık konserden. Umarız ki onlar da konser öncesi bol bol gezinti yaptıkları İstanbul’u ve insanlarını sevmişlerdir ve arayı çok açmazlar. Kaçıranlar ve yeniden dinlemek isteyenler için de çıldırmacalı bir mutluluk olur böylece! 🙂