Hayırlı Cazlar!
28 Eylül Cuma günü, kutsal gün ilan edilmişçesine on iki tane albümün yayınlanışına şahit olduk: Lionel Loueke – The Journey, Nate Smith – Pocket Change, José James – Lean On Me, Bokanté & Metropole Orkest – What Heat, Jon Batiste – Hollywood Africans, Cécile McLorin Salvant – The Window, Lars Danielsson & Paolo Fresu – Summerwind (Act Music), Camilla George – The People Could Fly, Shai Maestro – The Dream Thief, Mansur Brown – Shiroi, Moses Boyd – Displaced Diaspora ve Stefon Harris & Blackout – Sonic Creed.
İnceleme yazılarını heyecanla beklerken henüz görmemişlere haber, bilmeyenlere tanıtıcı nitelikte, Cuma çıkanlar ağırlıklı olmak üzere bu ay çıkmış albümlerden bazıları üzerine bir yazı yazayım dedim.
Nate Smith – Pocket Change
Cuma günü yayınlanacak albümlerden en beklediğim Nate Smith’in albümü idi. Dave Holland, Chris Potter, José James, John Patitucci, Ravi Coltrane, Lionel Loueke ve Patricia Barber gibi isimlerle çalışmış muazzam bir davulcu Nate Smith. Bu terimin ne yazık ki Türkçe karşılığı yok, pocket çalıyor kendisi. Pocket davulcular arasında dönemin en göze çarpanlarından ve sevilenlerinden.
İyi bilgi: En basit ve Türkçe anlatımıyla ‘pocket drumming’, davulcunun parça boyu metronom hissiyatı vererek uzun süreli ve sağlam bir groove ortaya çıkartmasıyla gerçekleşiyor denebilir. Yani aslında; parça boyunca elinizle, başınızla, ayak parmak ucunuzla ya da nereyi tercih ederseniz orayla tempo tutabiliyor, dudaklarınızı büzüştürerek ve kaşlarınızı çatarak hiç durmadan başınızı sallayabiliyorsanız ve davulcu birden ‘alakasız’ bir yere vurarak sizi şaşırtıp bu deneyiminizi kursağınızda bırakmıyorsa bu ‘pocket’ oluyor!
İki Grammy adaylığı olan ve aynı zamanda eğitmenlik yapan Nate Smith, tam bir davulcu albümü yapmış olmakla birlikte ilgililerine oldukça haz dolu bir otuz iki dakika vaat ediyor.
Bokanté & Metropole Orkest – What Heat (28 Eylül)
Hollandalı Metropole Orkestrası, isminin çağrıştıracaklarının aksine klasik müzik dışında her stilde çaldığını göreceğiniz bir orkestra. Kendileri de öyle der; “Bir orkestra düşündüğünüzde, klasik müzik düşünürsünüz. O Metropole Orkest (MO) değil.” Cazdan; pop, dünya müziği, film müziklerine farklı türlerde ve projelerde yer aldığını gördüğümüz bu muazzam orkestra, tarihinde Ella Fitzgerald, Pat Metheny, Herbie Hancock, Brian Eno gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşmış bir orkestra. Sonraki nesilden de Robert Glasper, Gregory Porter, Jacob Collier ve Snarky Puppy gibi isimlerle çalıştıklarını gördük ve hayranlıkla görmeye devam ediyoruz.
Kısa tarihi bilgi: 1945’te İngiltere’de sürgünde olan Hollanda kraliyet ailesinin, ülkenin vatandaşlarına mutluluk ve umut getirecek bir orkestraya ihtiyacı olduğuna karar vermesi üzerine kuruluyor. Yepyeni bir sound kazanacak modern bir orkestra kurulması için Avrupa’nın her yerinden müzisyenler toplanıyor. İçerisinde big band olan tam senfonik bir orkestra oluşuyor zamanla. Dünyanın en büyük ve önde giden pop ve caz orkestrası çıkıyor ortaya; 11 Grammy adaylığı ve 3 Grammy ödülü ile. İngiliz ve inanılmaz yetenekli Jules Buckley kondüktörlüğündeki orkestra, North Sea Caz Festivali gibi köklü festivallerde varlık gösteriyor.
3 Grammy ödüllü kolektif Snarky Puppy’nin kurucusu ve basçısı Michael League’in bir diğer grubu olan Bokanté, Pulse Magazine’in de belirttiği gibi bir dünya müziği süper grubu. League Kanada’dayken Montreal’de Kreol ve Fransızca şarkılar söyleyen Malika Tirolien’ın sesini duymasıyla başlıyor her şey. Michael League yalnız ona özel müzikler yazıyor ve Tirolien sözleriyle katılıyor bu alışverişe. Dünya üzerindeki zorluklardan bahsediyor; ırkçılık, mülteci krizi, yok olmaya yüz tutmuş bir dünya, insanların yaşadığı acılara tepkisizlik… Ve umut ekliyor üstlerine, sahip olunanın ve birlikteliğin değeri üzerine müteşekkirliğini iliştirerek.
Bokanté, müziğin sesi olmayanlara ses olacağını düşünen; farklı ırk, nesil ve cinsiyetlere sahip, dört kıta ve beş ülkeden gelmiş müzisyenlerden oluşuyor. Değişim yaratmak istiyorlar, dışlanmış ve tepkisiz dünyaya karşı. Bokanté, ‘değişim’ demek Guadelup Kreol’ünde.
Bokanté’yi 2017 yılında North Sea Caz Festivali’nde Snarky Puppy’nin bir diğer üyesi Bill Laurence ile yan yana dinlemiştim. Sözleri anlamasanız dahi, ruhunuza sesleniyordu ve sizi duygu dolu bir roller coasterda maceraya sürüklüyordu. Kendisi ile ne kadar etkileyici bir ekip olduklarını konuşmuştuk; sahneye atlamasını dilediğimi söylediğimde, “Biliyorum, keşke!” demişti hayranlıkla dinlerken.
Michael League bu yıl sıkça Türkiye’ye geldi. Perküsyon üzerine Tarık Aslan gibi isimlerle çalıştı ve bol bol ülkeyi dolaştı. Aynı zamanda Orta Doğu’ya geçerek Fas gibi ülkelere ziyaretlerde bulundu. Albümde de ud, Minimoog, perdesiz akustik bastan defe birçok enstrüman çalıyor ve bu yolculuğunun etkilerini bize tattırıyor. Afrika ve Arap kökenlerini arayan bir ekip kurmak istediğini belirten League, tüm bunları tabiri caizse bir potada soul ve groove ile eriterek bizlere bir tepside sunuyor. Harmoni içinde, kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz, Bokanté’nin hayal dünyası ve deneyimleri ile Metropole Orkestrası’nın harika sound’unu birleştirmiş bir albüm.
Acil bir mesaj veriyorlarmış:
“Adaletsizlik etrafta hızla büyüyor. Bakın. Fark edin. Uyanın.
Dans da edin!”
Lionel Loueke – The Journey (28 Eylül)
Çok sevdiğim bir gitarist, en kişisel ve apaçık çalışmasıyla bugün karşımıza çıktı.
Herbie Hancock, Wayne Shorter, Sting, Chick Corea gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşmış. Kendisini Chris Potter, Dave Holland ve Eric Harland ile turnedeyken tanımıştım. İngiliz basçı, efsanevi Dave Holland’ın şiddetle dinlenmesini önereceğim Aziza albümünde bu dörtlü bir arada hatta. Biraz zor bir müzik fakat açık bir kafayla dinlendiğinde pek keyif verir.
Afrika kökenlerine sadakatiyle bildiğimiz bir isim Lionel Loueke. Parçalarda da sık sık o folklorik ve hayali havayı koklatıyor. Farklı keşifler peşindeymiş hep. Duyduğu yeniliklere merakla yanaşır ve orada öğrenecek yahut yapacak ne var diye yolculuğa çıkarmış. Kendisinden öyle bahsediyor yeni albümünü anlatırken. Ve yalnız çalımını değil, sesini de duyuyoruz albümde. Kendi bestelerinden oluşan albüm, kendini en özgür ifade edebildiği nokta olmuş. Loueke’nin etkilendiği rock, caz, Afrika müziği, Brezilya müziği, pop gibi farklı stiller bir araya geliyor. Gecenizi rahatlatmak için birebir, cam kenarlarına birkaç mumla belki.
José James – Lean On Me (28 Eylül)
Bill Withers sevenleri toplayacak bir albüm ile geldi James, Blue Note Records ile. Büyük hayranı olduğu Bill Withers‘ın 80. doğum günü şerefine çıkardığı albümde klavyede Kris Bowers, gitarda Brad Alen Williams, basta Pino Palladino ve davulda aynı gün solo albümünü yayınlayan, az yukarıda bahsettiğimiz Nate Smith var! Donny Hathaway’ın kızı, efsane vokal Lalah Hathaway, saksafoncu Marcus Strickland ve bolca birlikte çalıştığı trompetçi Takuya Kuroda da konuk olarak albümde yer alıyor. R&B, soul, hip-hop ve cazı harmanlamasıyla bilinen José James bu albümde her zamanki bildiğimiz sound’unun aksine farklı bir albümle gelmiş. Ve demiş ki: “Bill hayatınız boyunca sevdiğiniz parçalar yazmış. Müziğinin altına hip-hop beatleri koymak ya da on dakikalık bebop soloları ile müziğini yıkmak istemedim. Yapılabilecek tek doğru hareket vardı, muhteşem bir ekiple çalmak ve havaya girmek. Sadece parçaları çaldık.”
Aslında bu tip bir projeyle çıkacağı sinyallerini yavaş yavaş stilini o yöne doğru kaydırarak ve Blue Note’a göre canlı setlerinde gittikçe daha da Withers parçaları çalmasıyla vermişti. Son zamanlarda seslendirdiği film müziklerinde o havayı sezdiriyordu biraz. Doğrusunu söylemek gerekirse, The Dreamer albümünde Love söylemiş José James kendini özletiyor. Yine de sesini duymak pek güzel, şöyle eski tip Bill Withers yorumları da seviyorsanız tadından yenmez.
Jon Batiste – Hollywood Africans (28 Eylül)
“Kalbimden ve ruhumdan çok fazlası gitti bu albüme. Umarım sınanmalarınıza dayanmanıza yardım eder ve başarılarınızı tatlandırır. Onunla meditasyon yapın. Onunla rahatlayın. Onunla kucaklayın. Onunla ağlayın. Onunla şarkı söyleyin ve onunla dans edin. Onu paylaşın. Sizin için yapıldı, size yolculuğunuzda eşlik etmesi için. Son olarak, bu müzik Yaratıcı’ya, beni etkileyen kültürleri yaratanlara, aileme (kan ve seçilmiş) ve bunu duyan herkese sevgimin ve şükranlarımın dile getirilişi” diyor, piyanist Jon Batiste.
Klasik müzikten, New Orleans cazına piyano ile yolculuk. Görece daha kolay dinlenebilir bir müzik. O samimi ifadenin üzerine de bir şey yazası gelmiyor insanın doğrusu.
Camilla George – The People Could Fly (28 Eylül)
Alto saksafonun dehası olduğu söylenen Camilla George, 28 Eylül’de çıkan albümü The People Could Fly ile Afrika’nın halk öykülerini cazla harmanlayarak sunmuş bize. Kölelerin ve köle sahiplerinin çeşitli hayvanların karakterlerine girdikleri hikayeleri yaratan Afrikalı kölelerin hayatları ve deneyimlerini yansıtan albüm Afrika, Küba ve Amerikan etkilerine sahip. Hikayeleri, mümkünse, okuyarak dinlemeli parçaları.
Phronesis – We Are All (14 Eylül)
14 Eylül’de günümüz çağdaş caz sahnesinin en iyi piyano triolarından olduğu söylenen Dan/İngiliz grup Phronesis, sekizinci albümü We Are All’u yayınladı. Albümü asıl çıkış gününün öncesinde farklı format ve kapaklarla yayınlayan grup, nasıl dinlersek dinleyelim müziğin her platformda aynı olacağı sözünü veriyor. Piyano triosu olmakla birlikte, daha eşitlikçi bir havaya sahip ekipte üç müzisyen de ikişer beste koymuş albüme. On bir yıldır birlikte çalan ekibin bireysel ve kolektif virtüözlüğü Behemoth albümleriyle bizi hala etkisi altına alırken, JAZZNYT gibi kaynaklar üçlünün çıkardığı en iyi albüm olduğunu belirtiyor We Are All için. Tek parça içinde birbirinden farklı duygusal temaların piyano ve bas ağırlıklı etkileşim ile kanınıza işlediği albümde, küçük bir ekipten çıkan büyük endişeler ve fikirler ile çevreleniyoruz: Stephen Hawking, çevre ve insanlığın geleceği.
“Öncekinden daha da fazla olarak, sahip olduğumuz herhangi bir etkiyi çevresel, siyasi ve sosyal endişeler ve yaratıcılığımızı farkındalık yaratmak, tartışma yaratabilmek ve bir mesaj paylaşabilmek için kullanmamız gerektiğini hissediyoruz. Medeniyetin tarihi çoğu zaman güç için mücadele ve uluslar arasında kaynak yarışı olarak anlatılıyor. İnsanların gelecekte iş birliği yapabilme kapasitesinin olup olmayacağı; ırk, din ya da cinsiyet fark etmeksizin komşularımızı sevip sevemeyeceğimiz ya da kurumsallaşmış kapitalist toplumun tüm saldırganlığına rağmen gezegenimizi sevip korumamızın mümkün olup olmayacağı ise asıl soru.”
Albüm kapaklarında kuşbakışı çekilmiş ağaçlar, insanlar, balıklar
ve penguenler çok güzel bir sosyal mesaj veriyor: “Yukarıdan bakıldığında hepimiz aynıyız”. Ve aynı gezegeni paylaşan tüm bu türlerin birlikteliği ve birbirine bağlılığı anlatılıyor.
Dinlemesi görece zor olduğu söylenen ekip, sahip olduğu bakış açısı ve savunduğu değerleri parçalarıyla bir şekilde karşı tarafa işlemeyi başarıyor. Anlatılmak isteneni ise bildikten sonra parçaların isimlerinin daha fazla şey ifade etmesi bir yana, albümün dinlenmesi çok daha kolaylaşacak ve üstünde düşündürecektir eminim.
Ayrıca unutmayınız:
- Cécile McLorin Salvant – The Window (28 Eylül)
- Lars Danielsson & Paolo Fresu – Summerwind (28 Eylül)
- Shai Maestro – The Dream Thief (28 Eylül)
- Mansur Brown – Shiroi (28 Eylül)
- Moses Boyd – Displaced Diaspora (28 Eylül)
- Stefon Harris & Blackout – Sonic Creed (28 Eylül)
Tekliler, parçalar, parçalar…
Cuma günü aynı zamanda:
- Robert Glasper Experiment’ten tanıdığımız Casey Benjamin, Dig adlı teklisini yayınladı.
- Eklektik müziğin ve çağdaş sahnenin en sevilesi isimlerinden piyanist Aaron Parks, 19 Ekim’de çıkacak Little Big albümünün ikinci parçası olan Small Planet’ı yayınladı. Kendisini Dhafer Youssef ile çalışmalarından tanıyanlar olabilir yahut çok sevdiğimiz Elif Çağlar’ın Misfit albümünden. Bilmiyorduysanız, sürpriz!
- Ant Law, Credits adlı teklisini çıkarttı.
Bu ay:
- 5 Eylül’de, Babylon’da 25 Ekim’de dinleyeceğimiz harika İngiliz ekip Ezra Collective, Jorja Smith ile Reason in Disguise adlı teklisini piyasaya sürdü.
- 6 Eylül’de piyanist James Francies, Blue Note Records’dan 19 Ekim’de çıkacak Flight adlı albümünden Dreaming adlı parçasını yayınlamıştı. Albümün prodüktörlüğünü Derrick Hodge yapıyor. Saksafonda Chris Potter, gitarda Mike Moreno, vibrafonda Joel Ross, basta Burniss Travis II ve davulda Jeremy Dutton ve favori davulcularımdan Mike Mitchell, vokalde YEBBA, Chris Turner ve Kate Kelsey-Sugg eşlik edecekmiş. Harika isimler, harika parça!
- 6 Eylül’de Eric Harland Voyager albümünün devamı olarak 2 Kasım’da gelecek Voyager The 13th Floor albümünden Fast 5 adlı parçasını yayınladı. Saksafonda Walter Smith III, piyanoda Taylor Eigsti, gitarlarda Julian Lage ve Nir Gelder, basta ise Harish Raghavan. Heyecanlıyız!
- 7 Eylül’de İsrailli gitarist Gilad Hekselman, yeni ve kendi bestelerinden oluşan on parçalık Ask For Chaos albümünü yayınladı. Piyanoda Aaron Parks, basta Rick Rosato, davulda Kush Abadey ve Jonathan Pinson var.
- 7 Eylül’de İzlandalı piyanist ve besteci Ingi Bjarni Skúlason, sekiz parçalık kendi bestelerinden oluşan albümünü yayınladı. Bir ‘keşif’, ‘bir şey bulmak’ anlamına gelen Fundur, müzisyenlerin evi olan kuzeyde arayışa çıkan bir albüm. Buldukları ise; özgürce ifade edebildikleri, sözsüz ve serbest doğaçlama için alan yaratan kendi folklorik müzikleri.
- 7 Eylül’de New York sahnesinin ‘aranan’ isimlerinden saksafoncu Sam Dillon, Out in The Open albümünü yayınladı.
- 7 Eylül’de Light Blue Movers, Teleological Devolution (The Venice Sessions Pt. 1) albümünü çıkardı. 2016 Aralık ayında stüdyoya giren ekip çok fazla kaotik, ciddi olaylar ve değişimlerin yaşandığı 2016 yılını atlatmayı için sabırsızlıkla bekledikleri bir ruh halindeymiş. Donald Trump yeni seçilmiş, davulcuları Adrian Harpham bacağındaki iki kemiği kırmış, gitaristleri Gabriel Gordon New York’tan Paris’e taşınmış, Prince ve Bowie ölmüşken dört üye sonunda toplanıp bir araya gelmek için daha uygun bir zaman olmadığını düşünürken oluşmuş bu albüm. Şarkıları orada ortaya çıkmış. Kendi gibi duyulan sonik bir bir özgürlüğün ortaya çıktığını söylüyorlar; o ara ve şu an içinde bulundukları dünyanın direkt yansımasıymış dinlenen.
- 7 Eylül’de Yussef Dayes ve Alfa Mist, Blacked Out adlı teklisini yayınladı.
- 7 Eylül’de James Gelfand, kendi kompozisyonları ve Thelenious Monk, Duke Ellington standartlarından aranjelerini eklediği Ground Midnight albümünü çıkardı.
- 7 Eylül’de 5 Ekim’de çıkacak Kyle Nasser albümü Persistent Fancy’den Arrival adlı parça yayınlandı. Albümde Miguel Zenon, Steve Coleman gibi isimleri dinleyeceğiz.
- Ambrose Akinmusire’ın 12 Ekim’de Origami Harvest adlı yeni albümünü yayınlayacağını öğrendik, A Blooming Bloodfruit in a Hoodie adlı ilk sıradaki parçası yayınlandı. Çağdaş klasik müziğiyle, dekonstruktüvist bir hip-hop duyacakmışız caz, funk, spoken word ve soul’a karışan. Saksafonda Walter Smith III, piyanoda Sam Harris, davulda Marcus Gilmore.
- 10 Eylül’de Kendace Springs; caz, soul ve pop’u birleştirdiği Indigo adlı albümünü yayınladı. Prodüktörlüğünü August Greene’den de bildiğimiz davulcu Karriem Riggins yapmış.
- 13 Eylül’de saksafonda 23 Ekim’de Babylon’da dinleyeceğimiz Nubya Garcia’nın olduğu spiritüel caz geleneğini devam ettiren altı kişilik ekip Maisha, 9 Kasım’da çıkaracağı There Is A Place albümünden Osiris adlı parçayı yayınladı.
- 14 Eylül’de Blue Note Records’dan, 10 Grammy ödüllü caz efsanesi Wayne Shorter’ın ‘şaheseri’ olarak belirtilen Emanon projesi yayınlandı. Albümde The Wayne Shorter Quartet’in muazzam üyeleri; piyanoda Danilo Perez, basta John Patitucci ve davulda Brian Blade ile Orpheus Chamber Orchestra yer alıyor.
- 14 Eylül’de Alman süper grup WEB WEB, Gnawa müziğinin (Kuzey Afrika’da ses bulmuş antik Afrika ruhani ve müzikleri ve ritimleri) ünlü temsilcilerinden Faslı vokal Majid Bekkas ile birlikte ‘positive spirit jazz’ olarak tanımladıkları albümleri Dance of the Demons’ı yayınladı. Sınırları genişleten etnik, çağdaş ve ruhani caz severler için dinlenesi bir albüm.
- 14 Eylül’de Yellowjackets, Raising Our Voice albümünü yayınladı. Meraklısına, basta Avustralyalı Dane Alderson var. Brezilya cazının ünlü isimlerinden Luciana Souza harika vokaliyle eşlik ediyor 1977’den bu yana varlığını sürdüren fusion ekibine. Aynı zamanda protest bir albüm Raising Our Voice: Yellowjackets’ın kendi statüskosuyla birlikte oldukça geniş bir siyasi iklimi sorguluyor ve ona meydan okuyor.
- Yine 14 Eylül’de The Count Basie Orchestra, All About That Basie (Concord Jazz) adlı albümüyle karşımıza çıktı. Orkestrayı oluşturan isimlerde Take 6 grubu, Kurt Elling, Joey De Francesco, Wycliffe Gordon ve StevieWonder gibi isimler var. Albümde Count Basie’nin erken yıllarından Frank Sinatra ve Ella Fitzgerald ile çaldığı yıllara kadar parçalar derlenmekle birlikte, Adele’den Hello, Leonard Cohen’dan Hallelujah ve Earth Wind & Fire’dan Can’t Hide Love da var(?). Neden diye sormayınız.
- Aynı tarih, George Gershwin’in doğum gününün 120. yılı olan 14 Eylül’de Tony Bennet & Diana Krall with the Bill Charlap Trio – Love is Here to Stay çıktı. Bennet, bu yıl 3 Ağustos’ta 92. yaşını kutladı, başımızdan eksik olmasın diyelim!
- 18 Eylül’de çoğunlukla Christian Scott ile gördüğümüz davulcu Corey Fonville’in ekibi Butcher Brown, 12 Ekim’de çıkaracakları Camden Sessions albümünden Camden Square adlı parçayla yayına düştü.
- 19 Eylül’de Alman ekip Fazer, dört parçalık albümü Mara’da bulunan White Sedan adlı parçasının orijinal ve iki yeniden yorumlanmış hallerinin olduğu teklisini yayınladı. Yussef Kamaal, Nubya Garcia, Alfa Mist severlerin hoşuna gidecek bir ekip Fazer.
- 21 Eylül’de çok sevdiğim Kanadalı ekip Myriad3, Vera adlı albümünü yayınladı.
- 21 Eylül’de stüdyo kayıtları sırasında ortaya çıkan bir albüm daha geldi: Port of Dreams, E Scott Lindner’dan.
- 21 Eylül’de Neil Welsch (saksafon ve elektronikler) ve Christopher Icasiano (davul) ikilisinden oluşan Bad Luck, Four adlı albümünü yayınladı. Başka kozmostan oldukları söylenen Seattlelı ekip, alt türlerle standardize edilemeyecek şekilde elektronik, hip-hop, metal, folk ve cazı bir araya getiriyor.
Velhasıl, oldukça verimli bir ay geçti. Birbirinden güzel, kaliteli ve çeşitli stillerde caz albümleri geldi. Sosyal konuları arka planına atan, bir şekilde parçalarında sözlere ihtiyaç duymadan endişelerini aktaran yahut bağıra bağıra sosyal mesajlar veren sanatçılar ne de güzel artıyor! Artık cazın ne olduğu ve nasıl tanımlandığı konusunun ne kadar göreceli bir hale geldiğini bu albümlerle tekrar tekrar görmek de pek keyif verici. Sınırlar genişlemiş, türler birbirine eklemlenmiş ve tek tip, standartlaştırılacak bir ‘caz’ kavramı yok olmaya yüz tutmuş durumdaydı, bu evrimleşme süreci tüm hızıyla devam ediyor. ‘Caz’ dendiğinde yalnızca standartlar ve 50li, 60lı yıllar akla gelmediği zaman belki; o evrim tamamlanmış olacak. Daha yol uzun ve bu, artık devrim olarak adlandırmak istediğim, evrime direniş büyük fakat Amerika ile Avrupa bunun muhteşem bir şekilde önünü açıyor. Darısı bizim de başımıza.
Gözden kaçanlar olmaması dileğiyle, keyifli dinlemeler.