“Bana neler oluyor bilmiyorum/Birşeyler arıyorum/ ama ne, bilmiyorum/Yalnızım, sadece adımlarımın sesi/Ama sislerin arasından güneş doğuyor/gün başlıyor, her zamanki gibi…” *
Yaşanan günlerin derin sıkıntısının “çözümü” olarak toplumu kökünden değiştirecek bir şeyler yaratma hayaline, umuduna dair müziğe yansımış çok örnek var geçmişte. Her ülkenin müziğine nüfus etmiş şarkılar, gruplar, sözler…
Ama bana göre bunun en belirgin ortaya çıktığı yer, İtalya. Ve umudun müzikal formu olarak progressif rock. Öylesine derinden işlemiş ki, bir alt tür olarak, Rock Progressivo Italiano (RPI) olarak kendi kendini yaratmış.
İlginç bir şekilde İtalya’da progressive rock, o kadar gelişmiş, o kadar yoğun bir dinleyici topluluğuna sahiptir ki, bu akımı doğuran İngiliz grupları bile oradaki zenginlik, müzikal yaratıcılık ve kalite karşısında şok geçirirler.
Hatta derler ki, İtalya’da bugün piyasa müziği yapan herhangi bir sıradan pop müzisyeninin bile geçmişinde muhakkak bir prog-rock denemesi vardır!
Niye?
Mümkün olduğu kadar kısa bir arka plan anlatma denemesi yapayım.
İtalya, tarihsel olarak Katolik merkezi, malum. Vatikan orada. Dini bütün bir toplum.
Ama İtalya, tam da bu nedenle, etki tepkiyi doğurur, solu hareketin en güçlü olduğu yerlerdendir.
Bizim gençliğimizde İtalyan Komünist Partisi, seçimlerde %35 filan oy alırdı.Ve mesela Fransa’daki FKP gibi “Avro-Komünist” de değildi; Sovyetler’e yakındı epey. Kızıl Tugaylar orada doğmuştur mesela. Gramsci‘nin memleketidir. Hala İtalya’da işçi hareketi güçlüdür. Bugün hala bazı kasabalarda belediyeler Komünistlerin elindedir. (Futboldan pay biçin: Livorno diye bir takım var mesela!)
Bunun Prog-Rock ile alakası ne diyeceksiniz….
68 hareketinin devamı olarak, 70’lerde İtalya’da başlayan özgürleşme hareketinin motoru, İtalya’daki sol hareketlerdi.
Değişim isteyen, muhafazakar (Katolik) İtalya toplumunun kalıplarını kırmaya çalışan gençliğin yarattığı karşı kültürün müzikteki yansıması da prog rock oldu.
“Sol” içerikli sözler, yeni bir dil, yeni bir müzik; derin, senfonik, şiirsel, sanatsal, kendiliğinden, doğaçlama…
Adeta İtalya’nın yeni rönesansı…
Yeni bir toplum kurma umudu; hayalin müziğe yansıması…
İşte gelişen bu karşı kültür, hiçbir rock geleneği olmayan bu ülkede sadece prog-rock değil, diğer rock akımlarında adeta bir patlama yarattı. Hatta öyle bir patlama ki, 70’lerin sonunda, mesela İngiltere ve ABD’de prog-rock’da düşüş başlarken, İtalya’da hala günde 5-10 yepyeni (ve hepsi birbirinden güzel) prog rock grubunun albümü yayınlanıyordu. Prog rock, adeta bir “virüs” gibi yayıldı. Öyle ki prog-rock albümü yapmayan herhangi bir İtalyan müzisyeni dinleyiciler adeta meşe odunu ile dövecek hale geldiler!
Fırsat ve para buldukça eşimle birlikte her yıl gitmeye çalıştığımız, ufak kasabalarda bile düzenlenen o müthiş müzik festivallerinin doğduğu dönem, bu yıllar. Prog-rock, bu ücretsiz, yaratıcı müzik yeteneği olan herkese açık kasaba müzik festivalleriyle ülke içinde daha da yayıldı, seveni çoğaldı.
Alkışı asla esirgemeyen seyirciyi buldukça, daha iyisini yapmaya çalışan genç gruplar, adeta usta işi müzikler yapmaya, kendilerini aşmaya başladılar. Öyle ki, İngiliz prog-rock grupları sık sık İtalya’ya gelmeye, boynuz kulağı geçermiş, İtalyanlardan ilham almaya başladılar! Büyük para gerektirmeyen ama müthiş yoğun parçalar içeren albümler birbiri ardından plakçılarda yerini aldı. Bunlar, hiç öyle milyon dolarlık projeler filan değil, tam tersine, tamamen emek, beste, maharet, özgünlük bve yaratıcılık içeren parçalarla dolu, karşılıksız, tamamen müzik sevgisiyle yapılmış albümlerdi..
O dönemde ortaya çıkan (ve çoğu tek albüm yapıp kaybolan) o kadar çok grup varki, çoğunun ismini ezbere bilmek mümkün değil. Ben diyeyim 400, siz deyin 1.000.. Tam bir hazine… Aralarından bazıları uluslararası planda da ünlü oldu elbette… PFM, Le Orme gibi…
Ancak İtalyan Prog Rock’unun 3 Babası sayılan PFM, Banco ve Le Orme dışında kocaman ve geniş akan bir prog-rock nehri var ki, o nehirde her gün yeni bir “balık”, yakalayabilirsiniz. Hepsi de müthiş lezzetli üstelik.. Şu sıralarda 70’lerin mirası olarak kalan o inanılmaz günlerden, tek albüm yapıp sonra dağılmış ve unutulmuş grup çıkarmak çok moda… Üstelik geçmiyor da bu moda.. Nasıl bir verimli dönemse artık, insan takip etmeye başladıktan sonra kafayı yiyor adeta… Arkadaş, bu kadar çok grup mu olur, bu kadar güzel prog rock mu olur gerçekten!
RPI’nin yani İtalyan prog rock’unun ayırt edici özelliği, esasında duyguları uyandıran romantik bir temel üzerinde barok elementlerle süslenmiş, bazen opera, operet etkisiyle klasik müziğe kaçan, bazen değişik enstrümanlarla güçlendirilen senfonik yapısı. Bu yapı, dinleyenlerin hayal gücünü serbest bırakmaları için imkan yaratıyor. Korkma, her şeyi hayal edebilirsin, müziğin gücüyle gidemediğin her yer gidebilir, düşünemediğin her şeyi düşünebilirsin…
Caz’dan, folk müzik’ten, hard rock’tan taşınan ezgilerle zenginleştirilen senfonik müziğe eşlik eden İtalyanca sözler, ilk başta bana garip ve değişik gelse de artık alıştım. Hatta gayet de doğal geliyor. İtalya prog-rock’un farkını, PFM’den Franco Mussida şu laflarla gayet güzel özetlemiş:
“Progressif, temel olarak 3 elementin birleşimden oluşuyor: Şarkı, jazz müziğinden ilham alan doğaçlama ve klasik stil beste… Her ülkede bunların değişik karışımlarıyla bir kokteyl yapılıyor.. Mesela İngiltere’de, rock ve blues etkisi ağırlık taşıyor, bizde ise klasik gelenek ağırlık taşıyor. Respighi, Puccini, Mascagni ve daha çağdaş klasik bestecilerin mirasını, müziklerini bizim kokteyle taşıyoruz bu da İtalya Progressive Rock’un özgünlüğü oluyor”
Peki RPI, bitti mi? Şimdi sadece 70’lerin 80’lerin gruplarını keşfetmekle mi vakit geçiriyoruz?
Bir kere, 2000’li yıllar boyunca adeta bir “arkeoloji çalışması” yapıldı ve bütün o kaybolan albümler, gruplar (Japonya’da) yeniden üretildi, yayınlandı. Bağımsız plak şirketleri BTF, Mellowve Black Widow bu işte epey ileri gittiler ve çok hayırlı işler yaptılar. Bunlar sayesinde günümüz gençliği de Prog Rock ile tanıştı, sevdi ve takipçisi oldu. Dinleyicisi artınca, yani talep de olunca, arz da olmaya başladı doğal olarak ve RPI yeniden patladı! Hem eskiler dinleniyor, hem de yeni gruplar çıkıyor ortaya….
Eskiden albümlere ulaşmak çok zaman alırdı; Türkiye’ye gelmesi aylar sürerdi. Yavuz Abi’nin (Aydar’ın) Stüdyo FM’ini beklerdik ki yeni albüm orada çalınır diye.. (O da büyük gururla, en kıytırık grupların yeni albümlerine bile tüm programı ayırırdı bazen, Eee, getirtti ya yurtdışından!)
Şimdi müziğe ulaşmak çok kolay. İnternet var, Soundcloud var, Spotify var, myspace var, bandcamp var, yüzbin tane farklı site var… Ben burada sadece birkaç tane sevdiğim RPI müziklerinin linkini vereyim.. Seven ve isteyen daha nicesine ulaşır bu internet deryasında… Çok fazla parça, albüm, grup var aslında yazılacak, dinlenecek.. Bunlar meraklısı için başlangıç olsun…
Evet, bitireyim artık…
Mehmet Şenol
Bir albüm: PFM‘nin Stati Di Immaginazione albümü
* Bir şarkı: Impressionidi Settembre
Yine PFM’den 1972 tarihli ilk albümlerinden müthiş bir şarkı. Kayıt TV’den, senfonik zenginliğe dikkat… Sözler de müthiş: “Bana neler oluyor bilmiyorum/Birşeyler arıyorum/ ama ne, bilmiyorum/Yalnızım, sadece adımlarımın sesi/Ama sislerin arasından güneş doğuyor/gün başlıyor, her zamanki gibi…”
(Bu arada, bu parçayı bu yıl “O Ses İtalya”da biri söylemiş. Yarattığı etkiye lütfen dikkat… Bu parça ölür mü hiç?)
Bir grup: Museo Rosenbach
Museo Rosenbach’un taa 1973’de yaptığı ilk albüm Zarathustra‘yı 2012’de Zarathustra Live In Studio olarak yeniden yayınladılar. Bu grup 70’lerde “sağcı” diye epey zılgıt yemiş; adamlar o dönemin koyu sol atmosferinde “renklerini” belli etmedikleri için epey suçlanmışlar.. “Zarathustra”,Nietzsche’nin Zerdüşt’ü yani, bir tür “üstinsanı” ya, ondan. Ama sonra temize çıkmışlar. (Bizim Barış Manço gibi.. Cem Karaca’nın yanında “sağ”da kalırdı, kızılırdı. Oysa ki rahmetlinin işi sadece müzikti)
Bu grup unutulmuştu ama sonradan yeniden keşfedildi ve o albümün pırıltısı ortaya çıktı. Yaklaşık 21 dakika süren 5 bölümden oluşan açılış parçası, Genesis’in ilk dönemlerini anımsatıyor.
Bir klasik: Le Orme
Benim çok sevdiğim bu grubun 7. Albümü Smogmagica’dan güzel bir parça (Amico diieri) ve video.. RAI’de yayınlanmış.. Yıl 1975. Le Orme, bu albümü Los Angeles’da yapmış.. Biraz fazla “melodik” olunca fanları çok kızmışlar, geri adım attılar diye… Parçayı dinleyen, altında da “daha prog rock” olan 1. Albümlerini de linkinden fanların haklı olup olmadıklarına karar verebilir 🙂
https://www.youtube.com/watch?v=MeMtmoK9pec#t=27
Bu da aynı parçanın daha “çağdaş”, 1997 versiyonu (mızıka filan eklenmiş)
https://www.youtube.com/watch?v=1fexS0beijg
Bu arada bu parça, Los Angeles’da çölden esen sonbahar rüzgarlarını anlatırken, bir zamanlar çölü aşarak denize ulaşan öncülerin özgürlük hayallerini ve günümüzdeki gerçeklikle olan uyuşmazlığını anlatıyor: “Sonbahar rüzgarı/Geçmişin Arkadaşı/ Bugün kimse takmıyor/Senin yükselen sesini…”
Le Orme’nin 1971 tarihli ilk albümü: Collage
https://www.youtube.com/watch?v=8z37pLNmcIQ
Bir başka klasik: Banco
Yukarda yazmıştım RPI’nın “3 Büyükler”i diye.. Le Orme ve PFM ile birlikte diğeri bu grup. Banco’nun tam açılımı, Banco del Mutuo Soccorso (Ortak Yardım Bankası demek). Nocenzi biraderlerin (teke düştüler gerçi ama) piyano motifli, caz esintili bu prog-rock grubunun 1972 tarihli Darwin albümlerinin linki altta. Bu albümden sonra 90’larda tekrar bir araya gelip neredeyse tür değiştirdiler, hafif şarkılarla çok popüler oldular. Phil Collins’li Genesis gibi… Şimdilerde tekrar eski malzemelerle titreyip kendilerine geldiler. İtalya’da bizim Moğollar statüsündeler… Ama “ses”leri Francesco Di Giacomo’yu 2014 yılı başında trafik kazasında kaybettiler.
Darwin albümü:
Rahmetli Francesco Di Giacomo’nun sesi, Vittorio Nocenzi’nin piyanosu…
Banco’nun 7 dakikalık çok güzel bir konser kaydı 750,000 Anni Fa L’amore: