‘Alternatif’ kelimesini duyduğumda gözüme ilk çarpan şey hep kelimenin içine saklanan ‘umut’ olmuştur. Bize, farklı bir şeylerin de olduğunu müjdeler, “Durun! Bunun başka bir yolu da var” der gibidir. Müzikte alternatiften bahsedildiğinde aklıma gelen şey de hep bu oldu; yeni bir yol, yeni bir umut… O güne kadar kulağımıza pek çalınmayan, ana akımdan farkı olan şeyler… Ancak alternatif denildiğinde kafamda beliren şey ile Türkiye’de sınıflandırılan müzisyenler arasında çok ciddi bir fark oluşuyor. Dönüp bakınca, 90’larda Türkçe pop ile başlayan yol, 20 sene sonra öyle bir yere geldi ki özünde, pop müziğin içinde adlandırılması gereken isimler Türkiye’nin alternatif sahnesi oluverdiler.

 

İsim vermeli miyim, uzun süre düşündüm ama biraz dokunmadan zarar gelmez herhalde değil mi? Örneğin; bugün Kalben’in yaptığı müzik, yıllardır Nazan Öncel’in sanatından ne kadar uzaktaki birini pop müzik diye adlandırırken, diğeri alternatif olabiliyor. Son zamanlarda her yerden çıkagelen, bir gitar-bir vokal müzisyenlerimiz neye alternatif? Nil Karaibrahimgil’e mi mesela? Sayıları artık o kadar fazla ki bir ihtimal birbirlerine alternatif olabilirler. Biraz daha ilerleyelim; Gaye Su Akyol’un nağmeli vokaliyle dillendirdiği şarkılar, altyapısı gitar ihtiva ettiği için mi alternatif? Ya da o isimleri şarkılarından daha fazla akılda kalıcı grupların, ortalama bir pop-rock grubundan farklı olarak bize verdikleri nedir?

 

Öyle bir alternatif sahne ki festival zamanı tüm festivallerde görebilirsiniz ya da ülkenin en prestijli sahneleri kendilerine hep açıktır, en popüler müzik blog’larında onlar vardır. Ülkenin en sıkı rock listelerine, en pop halleriyle girerler… Hatta bazılarını TedX sahnesinde bile görebiliriz. Tabii bu konuda karışıklığın asıl kaynağı müzisyenler değil, Youtube kanalları ve müzik blog’larından oluşan alternatif müzik medyası ve hatta meşhur “üçüncü yeniler” tartışmasına sebep olan Spotify bile sayılabilir. Yeni nesil dijital ortamlar…

 

Ancak ülkede pek çok farklı tür, yukarıda sözünü ettiğim alternatif müzik medyasında kendilerine yer bulmakta oldukça zorlanan, birkaç sahne dışında izleme şansımızın oldukça düşük olduğu, gerçekten alternatif müzisyenler var. Farklı ve iyi şeyler yapılabildiğine dair umudumuzu artıran isimler…

 

Bugün gerçekten ‘bir şeylere’ alternatif olan ve underground tarafta filizlenen stoner/psych sahnemizin nispeten yeni gruplarına kısa kısa değinmeye çalışacağım.

 

Başlangıcı, geçtiğimiz ekim ayında ilk uzunçalarları (LP) Great Journey’i yayınlayan Midvil’le yapıyorum. Albümü dinlemek için ilk kez play’e bastığımda önce beni kısa bir süre 90’lara götürdü. Sanki Pentagram’ın ilk albümünü dinliyordum. Bir süre sonra intro bitecek ve Rotten Dogs o agresif gitarlarıyla kulaklarımda çınlayacaktı… O gitar hiç girmedi ama 90’lara gidermiş gibi başlayan yolculuk, bir zihin seyahati olarak yaklaşık bir saat boyunca devam etti…

 

Tarz olarak Midvil’in müziğini ise en iyi şu şekilde anlatabilirim: Psychedelic stoner’ı Space rock öğeleriyle birleştiren, Earthless ve Hawkwind karışımı ile türün önemli isimlerinden İsveçli Yuri Gagarin’e denk bir tat.  Albüm, en kısası 14 dakika olan üç parçadan oluşuyor ancak bunların her biri içinde farklı parçalar barındırıyor sanki. Bu topraklar için oldukça cesur ve geri dönüşünün çok zor olduğu bir müzik. Bir şans verip bu yolculuğa siz de katılın.

 

 

 

İsmini Ursula K. Le Guin’in aynı adlı romanından alan Karanlığın Sol Eli, klasik Heavy metal ile Doom/Stoner metal arası bir tarzı Türkçe sözlerle icra eden Kadıköylü bir trio. Kendi adlarındaki ilk kısaçalarlarını Temmuz ayında yayınladılar. Pentagram (Amerikalı olan), Cathedral, The Obsessed gibi türün öncülerine yakın bir sound, dünyada yeniden yükselen klasik heavy metal’e Türkiye’den bir cevap belki de…

 

 

 

Bobby Liebling’in Pentagram’ını anınca Cosmic Wings‘e dokunmadan geçmemek lazım. İsimlerini ilk olarak 2016’nın ilk günlerinde yayınladıkları Budgie’nin Breadfan ve Pentagram’ın Sign of the Wolf cover’larından oluşan iki parçalık Discover adlı kısaçalarlarıyla duyduk. Vokalde ve gitarda Ringo Jets’ten tanıdığımız Lale Kardeş ile Tarkan Mertoğlu, bas gitarda Baki Turanlı ve davulda Barış Çelenk’ten oluşan grup, aynı yılın sonlarına doğru kendi isimlerindeki ilk uzunçalarlarını yayınladılar. Klasik Heavy rock, Heavy metal ve Stoner rock’a yakın çizgide müzikleriyle Türkiye’de bu müzikte son yıllarda çıkmış en iyi albümlerden birini yayınladılar. Sound olarak biraz The Sword, biraz Witchcraft, biraz da 70’lerin Ufo ve Scorpions gibi gruplarına yakın olan tarzlarına, Lale’nin Bobby Liebling’den daha iyi Sign of the Wolf söyleyen müthiş vokali eklenince ortaya gerçekten çok kaliteli bir iş çıkmış.

Grubun iki büyük sıkıntısı var: İlki, bir proje grubu olarak Ringo Jets’in gölgesinde kalması; diğeri de konser verecekleri zaman ülkede muhakkak bir şeyler olması. (Darbe, fırtına gibi) Bir sonraki konserlerinde ülke uzaylılarca işgal edilmezse muhakkak izleyin.

 

 

“Bir davul, bir bas gitar… Hem de stoner rock yapıyorlar” dediklerinde, olmaz öyle şey demiştim… Oluyormuş, hem de bayağı iyi oluyormuş: Gettodan Çıkış! Bas gitar ve vokalde Volkan Bilgin, davulda ise Oğuzhan Doğan’dan oluşan grup ikinci kısaçaları “Dardı Zamanlar, Sokaklar Kadarı” 2017 yılı içinde yayımladılar. Yılın en iyi “alternatif” kayıtlarından biri olarak değerlendirsek herhalde abartmış olmayacağımız kısaçalar; beş Türkçe sözlü, bir enstrümantal altı adet kafanıza inen beyzbol sopası tadında şarkıdan oluşuyor. Nevi şahsına münhasır sound’larını birine benzetmekte zorlanıyorum ama illa isim vermek gerekirse, elektrik gitarsız Queens of the Stone Age desem pek uzağa düşmüş sayılmaz.

 

 

Alternatif sesler ve müzikler denildiğinde, Türkiye sınırları içinde farklı şeyler yapılabildiğini hissetmemizi sağlayan, bize yeni umutlar yaratan bu tür gruplar var. Sülfür Ensemble, Humbaba, Uluru, Kaptan Anadol, Deer from Space yukarıda değindiklerime eklemem gereken isimlerden. Aslında Kadıköy’de, Taksim’de, Ankara’da farklı yerlerde afişlerine rastladığınız alternatif bir dünya var. Buralarda olanlara da kulak kabartmak lazım. Popülaritenin etkisinde kalmadan, ufkumuzu ve kulağımızı gerçekten alternatif bir hayata doğru açabiliriz. Çünkü böyle bir hayat var, bize umut veren…