Boşlukta salınma hissi veren gruplardan birisi Beach House. Kendine özgü bir hayran kitlesi olan grubun, 80’lerin ortalarından sonlarına doğru  yükselen ve bir dönem popüler olduktan sonra 90’lı yılların başında cazibesini yavaş yavaş kaybeden shoegaze akımının günümüzdeki temsilcilerinden olduğu da söylenebilir.

 

 

Victoria Legrand ve Alex Scally ikilisinden oluşan grup Baltimore çıkışlı. Baltimore hakkında hiçbir şey bilmiyorsak bile, gerçekçilikte çıtayı çok yükseklere çekmiş, eskilerden bir HBO dizisi olan The Wire vesilesiyle bir fikre sahip olabiliriz. Diziyi izlemiş olanlar, ekrandan da olsa sistemin acımasız çarklarının altında ezilmiş ve kısır bir döngünün içinden çıkamayan insanlardan oluşan yorgun, umutsuz bir şehri ve bu şehrin limanlarından içeriye doğru amansız bir illet gibi giriş yapmış, en ücra köşelerine dahi sızarak, arka sokakları, emniyet müdürlüğü binası, okulu, belediye meclisinin koltukları dâhil şehrin her köşesinde hiç durmadan esen melankolik rüzgârı  hissetmişlerdir. İşte Baltimore çıkışlı Beach House, içinde doğduğu atmosferin şekillendirdiği her varlık gibi, bu rüzgârı da katıyor arkasına,  melankolisiyle beslenerek bu bıkkın şehrin. Dolayısıyla, hem Beach House dinleyicisi, hem The Wire izleyiciyseniz ortak paydayı bulabiliyor, ikisindeki ortak hüznü ve yarayı sezebiliyor, adeta bunlardan birinde diğerini görebiliyorsunuz.

 

 

Shoegaze, dream pop, lo-fi gibi janrlarda tanımlanabilecek Beach House’un alternatif sevenler arasında hatırı sayılır, sadık bir kitlesi var. Bu kitle, Mayıs ayını heyecanla bekledi dersek abartmış olmayız. Beach House’un 7. stüdyo albümü 11 Mayıs 2018’de yayınlandı. Albümün ismi gayet minimal; 7.  Ayrıca bu albümle beraber toplamda 77 şarkıya ulaşmış oldular. Bu rakamsal duruma, 7 sayısına yüklenen nümerolojik, mitolojik anlamlar da eklenince, özellikle gizemli işlere meraklı Beach House fanlarının kafasında çeşitli soruların ve teorilerin oluşması kaçınılmazdı. Victoria Legrand bunun sadece tesadüften ibaret olduğunu söylese de sıkı takipçileri nezdinde bir süre daha teorilerin havada uçuşacağını öngörmek zor değil.

 

 

 

 

Grubun Teen Dream, Devotion ve Bloom gibi kişisel olarak çok beğendiğim ve üzerine çıkmalarının zor olduğunu düşündüğüm albümlerinin varlığında bile 7 gerçekten başarılı görünüyor. Aslında bunları söylerken, istikrarı koruyarak kaliteyi hep belli bir seviyede tuttuklarını teyit etmiş oluyoruz.  Bir önceki albümleri olan Depression Cherry içinde yine hipnotize edici özellikte parçalar barındırmasına rağmen çeşitli olumsuz eleştiriler almıştı, fakat 7’nin daha fazla olumlu eleştiri alarak Beach House albümleri arasında en iyilerden birisi olarak görüleceğini düşünüyorum.

 

 

 

Dream pop öğeler içeren şarkılar da barındırmasına rağmen albümün geneline bakılacak olursa shoegaze damarının daha ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Dikkatimi çekenler, yine birçok dinleyicinin de beğendiği açılış parçası Dark SpringDive, Girl Of The Year ve farklı temposuyla Lemon Glaw  oldu. Victoria’nın albümle ilgili röportajında Los Angeles melankolisini sembolize ettiğini belirterek “karanlık bir barda oturan, çılgın bir geçmişe sahip eski ve yaşlı bir yıldız” hissiyatıyla betimlediği Drunk in L.A. ise benim için albümün en etkileyici şarkılarından biri. Sözleri kendisine ait olan bu parça hakkında Victoria Legrand’ın yaptığı tasvir, aslında Beach House’un geçmiş birçok parçasında ve genel çizgisinde bulunan atmosferi yansıtıyor. Ve tam da bu yüzden, sadece son albümdeki yaygın shoegaze damarın iyice belirerek kristalize olduğu bir şarkı değil, Beach House diskografisinin özeti niteliğinde bir şarkı olarak bile görülebilir.

 

 

Kısaca, Baltimore çıkışlı bu güzel ve hüzünlü ikili, yine uykuyla uyanıklık arasında, hipnotik, melankolik tınılarla dolu olan ve aynı zamanda mistik yorumlara müsait bir isim taşıyan “7”yi kucağımıza bırakarak, son albümleri bekleyen hayranlarını hayal kırıklığına uğratmadı diyebiliriz.