Farazi v Kayra – 29 Eylül 2018 Nayah. Fotoğraf Naci Mert tarafından çekilmiştir.

 

 

Müzisyen kimliğinin dışında Onur İnal kimdir?

 

 9 Ağustos 1985 Karabük doğumluyum. Üniversiteye gidene kadar hep Karabük’te yaşadım. 2003 senesinde Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanıp Ankara’ya gittim. 2009’dan beri İstanbul’da yaşıyorum. 11 senedir öğretmenlik yapıyorum. Evliyim. Kendi yağımızda kavrulup gidiyoruz.

 

 

Şarkılarında ve günlük hayatında sıkça kullandığın, bir çırpıda aklına gelen kelimeler nelerdir?

 

Şarkıları tam hatırlayamıyorum şu an ama yegane diyorum ben sanırım sık sık. Tantana diyorum.

 

Mabet diyorsun.

 

Mabet diyorum aynen, bir ton diyorum. Bunlar aklıma gelenler. Günlük hayatta da galiba, belki, bilmiyorum, sen nasıl dersen, ben karışmam, bakarızKuvvetle muhtemel diyorum.

 

Aslında şarkıların hepsini bir kelime bulutu programına koyup, sık kullandığın kelimeleri daha büyük görebiliriz sanırım.

 

Anadolu Üniversitesi’nde Hasan Ali Toptaş’ın kullandığı kelimeler üzerine sanırım yapıldı böyle bir program. Tam ayrıntılarını hatırlamıyorum.

 

Hayalet Islığı albümünde Kayra’nın söylemiş olduğu 2295 kelimeden nakaratlar ve bağlaçlar çıkarılarak oluşturulan bir kelime bulutudur.

 

 

İngilizce öğretmenisin, hiç o dilde bir şeyler yaptığın ya da yapayım dediğin oldu mu?

 

Yo, hiç düşünmedim. Bu zamana kadar hiç aklıma gelmedi. Bir kere öylesine bir sırf duymak maksadıyla nasıl olur acaba diye bir nakarat yapmıştım ama onun dışında hiç denemedim, aklıma da gelmedi. Ciddi bir şekilde denemedim yani. Öyle makarasına nasıl tınlıyor diye bir kendimi kaydetmiştim o kadar.

 

Gelecek için böyle bir plan var mı?

 

Yok, hiç, asla, hayır.

 

Onur Doğan imzalı C.O.D. isimli bir kısa filmde oynadın. Oyunculuk deneyimi nasıldı?

 

Onur Doğan daha önceden bizim “Cumartesi” klibini çekmişti. İşine gayet sahip çıkan, ciddiyetle çalışan, disiplinli bir yönetmen. Cumartesi klibinde ben de evde oturan bir adamı canlandırıyordum. Çok ifadesi, vurgusu olmayan. Herhangi bir canlılığı olmayan, oldukça kendi halinde, robota inceden dönüşmüş birini ifade ediyordu orada. Bu filmde de öyle bir karakter varmış. İlk başta başka biriyle görüşmüş, normalde gerçekten profesyonel olarak oyuncu olan biriyle ama onun sakalla alakalı bir problemi varmış devam ettiği diziden dolayı sakallarını kesemiyormuş. Onun da tam tersine; sakalsız, masa başı çalışan beyaz yaka görünümlü birine ihtiyacı var, o yüzden aklına gelmiş. Biz zaten bu adamla buna benzer bir şey yaptık, yeni bir şey de yapabiliriz. Zaten öyle çok aman aman oyunculuk gerektiren de bir şey değildi.

 

Ben bulamadım, izleyemedim bu arada…

 

Her yerde yok. Festivallere gittiği için internette yok bildiğim kadarıyla. Kısaydı ama uzun sürdü. Çok ince eleyip sık dokudular, epey bir uğraştılar görüntülere ayrı ayrı. Beklemesi etmesi epey bir zordu. Oyunculuğun o kısmının zorluğunu gördüm ben yani. Ama onun dışında ekstra ben bu zamana kadar yaptığımın dışında bir şey de yapmadım. Kliplerde falan ne yapıyorsam onu yaptım.

 

Neyi beklemesi zordu?

 

Bazı sahneleri. Yani çok basit, yatağın üstünde durup beklediğim sahnenin çekimi epey uzun sürdü mesela. Epey uzun sürdü. Hele bir tane sahne vardı, fotokopi makinesini kaldırıp kafamı koyuyorum, orası da epey sürdü. Küçük sahneler çok uzun sürdü, görüntüye çok ayrı kastılar. Benim için onun dışında çok ekstra bir deneyim olmadı. Zaten hali hazırda bu zamana kadar yaptığım şeylerdi. Yönetmenin istediği olsun, her şey onun içine sinsin yeter diye düşündüm tüm çekimler boyu. Sanırım onun istediği gibi de oldu. Onur Doğan filmine sahip çıktı .Bir sürü festivalde gösterime girdi film. Birçok da  ödül aldı. Hala daha çeşitli festivallerde gösterime giriyor ve ödüller almaya devam ediyor.

 

 

 

 

Walter Benjamin, “Hikaye anlatıcısı, her durumda okuruna akıl verebilecek kişidir.” der. Türkçe rap’te hikaye anlatıcısı dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olarak şarkılarında öğüt veren bir tarafın olduğunu düşünüyor musun?

 

 Valla benim öyle öğüt vermek gibi bir niyetim hiçbir şekilde yok. Ben o şarkıya başlarken asla öyle bir şey düşünmüyorum. Aklımdaki en son şeylerden biri hatta aklımda hiç olmayan bir şey. Ama o şarkı olup bittikten sonra birisi ondan öyle bir şey çıkartıyorsa o da benlik bir kısım olmamış oluyor otomatikman. Şarkı bittiğinde, dinleyici ondan bir öğüt ya da tavsiye ya da herhangi bir nasihat çıkarmışsa, bu durum onu dinleyen kişiyle alakalı olmuş oluyor. Ben hiçbir şekilde öyle bir yaklaşımla oturmuyorum şarkı yazma işinin başına.

 

Senin bu dediğin Roland Barthes’ın bahsettiği Yazarın Ölümü’ne epey yakın bir düşünce.

 

Ben zaten ona inanıyorum. Üniversite 4. sınıfta bize okutulan adamlardan biriydi, çok da aklıma yatmıştı. Hissettiğim bir şeydi, onu öyle teori olarak da görmüş oldum o zaman. “Aa” dedim, “bu, buymuş demek ki!”, ben ona katılıyorum. Bir şey, biri yazıp ettikten sonra onun kontrolünden on bin kilometre ötede, farklı, bambaşka bir yere gider. Hanya dersin Konya olur, Konya dersin Hanya olur. Hiç bilinmez o iş. O yüzden sen şarkıyı yazdıktan sonra gittiği yerin seninle hiçbir alakası bence yok yani.

 

Bob Dylan, Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında bir ozanlık tartışması yapıldı. Müzisyenin ozan olabileceğini düşünüyor musun? Sen kendini ozan olarak tanımlar mısın? Böyle tanımladığın kişiler var mı?

 

Kimi müzisyen ozan olabilir, evet. Öyle bir hüviyeti olabilir. Misyonu belki olmaz, ben böyle yapacağım, böyle olacağım demiyor olabilir ama ona öyle bir şey atfedilebilir, dinleyenler öyle bir şeyi ona yükleyebilir. Ben kendimi asla öyle görmüyorum. Benim orayla hiçbir alakam yok. Böyle birini ben söyleyebilirim: Kesmeşeker’den Cenk Taner‘i söyleyebilirim. Benim gözümde mesela o hatta kayabilecek bir müzisyen.

 

 

Farazi v Kayra – 29 Eylül 2018 Nayah. Fotoğraf Naci Mert tarafından çekilmiştir.

 

 

Enteresan bir konser hatıran var mı?

 

Spesifik bir olay demeyeyim ama “Hayalet Islığı” çıktığı zaman, Peyote‘de bir konser olmuştu, o konser çok güzel bir konserdi, çok hoşuma gitmişti benim. Çünkü biz o zamana kadar İstanbul’da sadece bizim adımızın yazdığı hiçbir konsere çıkmamıştık. Bizim İstanbul’da kendi çapımızda ilk büyük konserimizdi diyebilirim. Ben o kadar kalabalık olacağını, bizi senelerdir birilerinin beklediğini pek düşünmüyordum yani, çünkü uzun süredir de bir şey yayınlamamıştık ama o gün çok güzeldi. Gerçekten senelerdir bizim bir şeyler yapmamızı bekleyen insanların olduğunu ya da internette bir şeyler yazan insanların laf olsun torba dolsun diye yazmadıklarını gördüm ben o gün. O güzel bir iletişimdi, hiç beklemiyordum öyle bir kalabalığı, konser de çok güzel geçti. Beylik laf gibi gelirdi bana hep birilerinin röportajlarda “Seyircinin çok güzel bir enerjisi vardı, o enerji bizi etkiledi.” aa evet, öyle bir şeyin olmuş olduğuna da tanık oldum. Gerçekten çok güzeldi, çok rahattım, çok gerilebileceğim bir günde çok rahattım böyle. Hissettim çünkü. Sen sahnede istiyorsan her şarkıyı yanlış oku, kötü oku, yarısına gelmeden okuyama şarkıyı, bir yerden sonra free style falan, o gün kimsenin hiçbir şey umrunda olmayacaktı. O gün senin orada sahnede olman, onların orada olması… Senelerdir beklenen bir şey havası vardı, güzel bir aurası vardı o günün, iyi sinerjisi oldu. Sağ olsunlar.

 

 

90BPM kalabalık bir oluşum keza “Kötülük Bizim İşimiz” de epey feat barındıran, çok sesli, kalabalık bir albüm. Neler söylersin bu ekip deneyimin hakkında? Senin için bir zorluğu oldu mu bu durumun?

 

Ben hep tek başıma yazan biriydim, oturup şarkıları kendi başıma yazıyordum. Bir evin, bir odanın içerisinde, çok kendi halimde yazıyordum, çok öyle yazmaya alışmıştım. Hayalet Islığı’nda çok uzun süre yazmıştım, bundan da sıkılmıştım artık. “Mesela Yani” öyle bir şarkıydı. Islığı Beklerken‘i yazmıştım en son. Albüm bitti, üzerinden 6-7 ay geçti, ee albüm çıkacak, dedim öncesinde bir şey daha yapabiliriz, aklıma da böyle bir fikir geldi. O ara öyle bir beat vardı mesela, oturdum onu yazdım, sonra fark ettim ömrümün sonuna kadar ben bunu yazabilirim. Bitmek tükenmek bilmeyen bir hat var çünkü. Yeter artık dedim, hat değişsin diye “Mesela Yani” yi yazmıştım. Stüdyo da açıldıktan sonra benim artık böyle birazcık daha yani hiç yazmadığım, hiç denemediğim işleri denersem ne olabilir‘i bir görmek istediğim bir durum oluştu. 90BPM de onun için çok müsaitti. Hem toplu halde, kendi evinin dışında bir yerde, stüdyo ortamında yazmak nasıl oluyor, bir başka birileriyle paslaşarak, fikirler alarak, ne geliştirebilir bende, neye döndürebilir yazdığımı, çizdiğimi. Bunları görmeme vesile olması açısından iyi bir tecrübeydi. Bir süre sonra sonra nereden baksan iki sene civarı sadece 16 bar üzerinden yazmaya alıştım. Bu biraz benim kendimi tam istediğim şekilde ifade edebilme imkanımı baltaladı ama sonradan o olumsuz gibi gözüken durumun da faydası oldu. Konser tecrübesi kazanma açısından da 90BPM iyi oldu, çünkü çok fazla yere gittik geldik. Eskiden çok daha fazla heyecanlı, panik çıktığım konserlere artık daha sakin daha ayakları yere basar vaziyette çıkabiliyorum.

 

Başlangıçta değil de süreçten sonra fark etmişsin gibi durumu


Tabii onun zaten öyle olacağı aşikardı.

 

Bu insanlar arkadaşındı zaten, öyle olmasa girişmezdin muhtemelen bu işe


Tabii, zaten böyle toplu işler benim hayatta çok yapabileceğim işler değil. Ben o ara birazcık daha işin eğlence kısmındaydım açıkçası kendi hayatım itibariyle. Cumartesi günleri de çalışıyordum ben o zamanlar 6-7’ye kadar. Stüdyo, işten çıktığımda temelde kafamı dağıtacağım bir yerdi benim. Çok şımarıyordum stüdyoya gidince. Salıyordum kendimi. Açıkçası şarkılar çok çok da önemsediğim şeyler değildi benim o ara. Bugün önemsediğim kadar önemsediğim şeyler değildi o ara olanlar. Heves ettiğim, aslında çok daha önceden yaşamış olmam gereken ama hep kendimi uzak tuttuğum kayıt süreçleri, stüdyo havası, bir anda şarkı yazmaya başlama, birinin free style yaparken falan söylediği bir lafı alıp komple bir şarkı haline getirmek gibi mevzuları yaşıyor olmaya odaklandım hep. Bunların keyfini yaşadım. Hiçbir zaman unutmayacağım ,yeri her zaman ayrı olacak çok güzel zamanlardı. O zamanlar olmasaydı bende bir şeyler bu konular itibariyle hep eksik kalırdı.

 

 

90BPM: Savai, Farazi, Da Poet, Kayra, Sorgu

 

 

90BPM’in her ay yeni bir şarkı yayınladığı “Ayda Bir” serisi neden devam etmedi?

 


Ayda Bir bitti çünkü herkesin o ara zaten kendi işleri vardı, benim mesela o ara “Mucizeye Bir Hafta” çıktı. bir sürü başka iş de çıkıyordu, Ayda Bir’in bir ehemmiyeti kalmamıştı. Her ayda bir şarkı yapmak da bir yere kadar yapılabilirdi. Bir de suratını da eskitiyor, sesini de eskitiyor, şarkıyı çok kolay yapılabilir bir şey haline de getirmeye başlıyor, bunlar benim görüşlerim bu arada. O zaman konuştuğumuz böyle bir şey yoktu ama o zaman artık Ayda Bir’i yaptık, yaptık, yaptık herkesin ayrı ayrı işleri de oluyordu, Ayda Bir kapsamında olmayan şarkılar falan da çıkıyordu o ara o yüzden Ayda Bir’e çok gerek kalmamaya başladı.

 

 

Türkiye’de rap başlangıcı itibariyle ithal bir tür. Sence 25-30 yıllık bu süreçte biz; biçimsel ve içeriksel manada yerli unsurlar olarak neler ekledik Türkçe Sözlü Rap Müziğine?

 

 İlk eklenen şey direkt buraların soundları oldu.Yüzyıllardır buralarda olan sesler bambaşka şekillerde girdi devreye. Bu toprakların ya da gurbetin dertleri, sorunları, halledemedikleri girdi işin içine. Kendi ifade biçimlerimiz, anlatım yöntemlerimiz oluştu. Oluşmaya da devam ediyor, rap kurcalandıkça güzelleşiyor bir yerde. Bizim memleketin hali hazırda her anlamda çok çeşitlilik içeren bir yer olması burada yapılan rap’in vaziyetini de ister istemez etkiliyor.

 

 

Türkçe Rap tarihini anlatan “Mertel Kasetçilik” adlı bir şarkın var. Mertel Kasetçilik nasıl tepkiler aldı? Şarkının içeriğinde bahsettiğin kişilerden de geri dönüş oldu mu?

 

Valla Mertel Kasetçilik çok güzeldi, hakikatten… Çıktıktan sonrası falan epey güzeldi, hiç o kadar bir tepki olacağını beklemiyordum. Mertel Kasetçilik’te bahsettiğimiz kişilerin çoğu o zaman itibariyle neredeyse ya işi bırakmıştı ya bırakma noktasındaydı ya uzun süredir istediği gibi yürütemiyordu işlerini. Hakan MC‘den falan bahsediyoruz, Hakan MC’yi çok az kişi bilir. Kara Öfke‘den bahsediyoruz falan, o kadar yani artık hepten unutulmuş isimlerdi ki çok fazla geri dönüş olabileceğini düşünmüyordum. İnsanlar orada isimlerden ziyade hissiyata odaklandılar, ben onu sevdim. Onun bir isme vurgu şarkısından ziyade o hislere vurgu, hakikatten bu işler ilk başladığı zamanlardaki o içinde kaynayan duyguyu ortaya koymasının anlaşıldığını fark ettim, o güzeldi. O zamanlar çok güzeldi şimdi çok kötü falan da demedim o şarkıda asla. O ilk karşılaşmanın ve peşinden gelen günlerin büyüsünden bahsettim ve bunun gayet anlaşıldığını gördüm. Sağ olsun insanlar o şarkıda temel olarak ne demek istediğimi anladılar. Geri dönüş oldu, hala daha konserlere gittiğimizde de böyle. Şarkıda adı geçen geçmeyen ama o dönemleri bir şekilde yaşamış, o dönemlerin içinde bulunmuş birçok kişiden çok güzel sözler duyduk.

 

 Nas’ın böyle bir işi var, bir etkilenme söz konusu mu?

Evet, oradan doğru çıktı.

 

 

Rap, müzikal veya lirikal olarak bir iddia taşımalı mı?

 

Gerçekten bilmiyorum. Yani iddiadan kastettiğimiz ne olduğunu tam anlayamadım. Rap sözleri yazan kişi okkalı sözler yazmalıdır diyorsa… Çok rap şarkısı var, yerli-yabancı. Her şey söylenmiş gibi geliyor bazen, hiç yeni bir şey söyleyemeyecek gibi hissedebiliyor insan. Ama rap’in büyüsü de orada, öyle bir hat buluyorsun ki bazen seni bambaşka bir yere götürüyor. İddia taşımalı mıdır bilmiyorum ama bence özgünlük taşımalıdır. Bir kişi eline kağıdı kalemi aldığında kendine has bir şeyleri olmalıdır, onu ayrıksı kılacak bir şeyleri olmalıdır. Gittiği ayrı bir hat olmalıdır. Herkes aynı yere hurra diye gitmemeli bence. Asla bu böyle olmamalı diye kanun hükmünde konuşmuyorum ama bana göre bir kişinin kendine dair bir hattı olmalı. Bir lafı duyduğumuzda bu onun lafı diyebileceğimiz bir durumu olabilmeli yani. Bunu iddiadan sayarsak evet iddialı olmalı diyebiliriz.

 

Mainstream hip hop ile ne kadar alakadarsın, dinliyor musun, beğeniyor musun?

 

Bugün itibariyle mainstream hip hop diye her neyi adlandırıyorsak ya da tanımlıyorsak bundan önceki- mesela 2000’lerin başı – zamanlardaki tanımlandırmalarımızla çok da aynı kefeye koyamayız bence. Artık bu kavramlar eski geçerliliklerini sürdüremiyor. Yerel piyasadan bahsetmiyorum bu arada genel olarak konuşuyorum. Bana göre artık ana akım sahnede çok daha fazla nitelikli iş var. Çünkü yeni yayın kanalları, yeni jenerasyon, yeni pazarlama stratejileri  gibi etmenlerin de devreye girmesiyle ana akım eskisi kadar kontrol edilebilir ya da sadece sektörün dev isimlerinin kurgusuyla oluşan bir sahne olmaktan çıktı. Mainstream hip hop bana göre bugün çok daha alengirli, çok daha başına buyruk, daha kestirilemez, daha fırfırlı.

 

 

Mainstream hip hop lirikal ve endüstriyel garabet mi? 90’ların veya 2000’lerin başlarındaki hip hop’a kıyasla politik ve sosyal misyon olarak, liriklerden, temalardan anladığımız kadarıyla bir gerileme olduğunu söyleyebilir miyiz?

 

Az önceki soruda aslında buna da ufaktan cevap vermiş gibi oldum aslında. Bugünün mainstream hip hop sahnesi sürekli kendi söylemini, kendi ifade biçimini geliştirebilir durumda. Her jenerasyon kendi yıldızlarını üretir. Bugün olan da bu biraz. Nasıl ki eskiden mainstream hip hop sahnesinde olan her işi aynı kefede değerlendiremiyorsak bugün de değerlendiremeyiz. Hele bugün hiç değerlendiremeyiz.

 

Yerli piyasa da bu aralar hareketli. Türkçe rap müziğin şimdisi hakkında ne dersin? Geleceğine dair öngörülerin nelerdir?

 

Senelerdir herkes uğraşıyor. Beş kuruş kazanamadan günler, yıllar geçti. Belki eskiden çok daha iyi olan işler hiç para etmeden kapattılar kendilerini. Kimse onlardan hiçbir şey kazanamadı ama tabii onlar bir şey inşa etti, üstüne üstüne üstüne koydu, şimdi de gerçekten profesyonel yaklaşan herkesin karşılığını maddi olarak alabileceği bir süreç başladı. İşlere herkes daha profesyonel yaklaşıyor. Eskisi gibi çocukça yaklaşmıyor ya da bunun bir iş olduğunun çoğu kişi şu an itibariyle farkında. Şu ara dinleyiciler de türsel ayrımların farkında varır, herkesi aynı potada sırf rap etiketiyle değerlendirmez de herkesi kulvarına göre değerlendirebilir, öyle bir süreç başlar diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Büyük bir çoğunluk kendine has bir şey inşa etmenin çok da peşine düşmedi. Tabii ki de illa var kendine has bir şeyler yapan ama şu an duyduğumuz soundlar, vokaller, sözler hep aynı hattın etrafında dönen şeyler. Bu da tabii ki dinleyiciyi otomatikman türsel bir ayrımın farkına varma durumundan uzaklaştırdı. Dinleyicinin bunların farkına varmasını sağlar diye düşünüyordum bu değişen soundlar. Şu an itibariyle pek o taraftan bakılmıyor gibi. Çok kuvvetli öngörülerim yok. Çok ekstra saçmalıklar yaşanmazsa her geçen gün eskiye nazaran daha çok dinlenir. Sadece tektipleşme vaziyeti, hemen bir kısır döngünün içine bu denli hızla girilebilmesi biraz düşündürüyor.

 

 

Daha evvelki sorularımızdan birine verdiğin özgünlük ile alakalı cevabın geliyor akla yine

 


Şu an neye döndü iş biliyor musun birazcık; çok fazla tütüncü görüyoruz, Adıyaman tütüncüsü, işte ne bileyim tütün, tobacco shop vs. bir şey satılıyor, aa burada para var hacı, kapat şu dükkanı gel tütüncü açalım. Esnaflığa döndü iş birazcık. Bu tutuyor bunu yapalım, şu tutuyor şunu yapalım. Yıllar önce de yaşandı bu tip şeyler. Herkes bir dönem ne anlattığını bilmeden çok fazla ağıt yaktı çünkü çok seviliyordu o dönem üzüntülü şeylerden bahseden şarkılar. Sonra herkes aşırı sert, öfkeli, asla sabrı olmayan ve herkesi mahvedebilecek çok güçlü kişilere döndü. Soundlar da bu bağlamda bin bir şekle girdi. Bu mevzu trap, mumble rap mevzusu falan değil artık. Burada yapılan rap hangi rüzgar kuvvetli eserse o yöne gidiyor. Her şey herkes için satılabilir kıvama geldi. Yarın bir gün de üç beş sene önce ‘’Eskidi ya artık o işler.’’ denilen her şey bir anda yeniden yapılmaya başlanabilir. Bu sefer de  ‘’İşte boombap döndü!’’ naraları atılmaya başlanır. Rüzgar da kuvvetli eserse bakmışsın herkes yeniden golden age hip hop diye dolanmaya başlar. Bir şarkının iyiliği kötülüğü onun türü üzerinden konuşulmamalı. Gerçekten özgünlüğü yakalamış müzisyenler hangi dönemde olurlarsa olsunlar zaten bu ve bunun gibi bütün muhabbetlerin her zaman dışında olurlar. Herkesin gidebileceği bir hat vardır. Herkes kendi yeniliğine odaklanmalı bence. Furyaların peşinden koşmak ya da sadece geleneklere ve onun değerlerine yaslanarak hareket etmek benim tercih ettiğim bir şey değil.

 

 

 

Yakında solo albümün çıkıyor. Bu albüm hakkında bize neler söyleyebilirsin henüz çıkmadan?

 

Bu albüm nereden başladı, nasıl başladı, neye evrildi, benim kafamda neydi en son neye döndü falan onları anlatabilirim. 2015’in sonlarına doğru başladım bu albüme. 2015’in sonlarına doğru başladım çünkü stüdyo hala devam ediyordu, 90BPM albümü bitmişti. Hali hazırda madem kayıt yapabileceğim bir stüdyo var. Epeydir böyle kendi başıma 2 verse 3 verse çıkarmış bir vaziyetim yoktu. Şöyle oturayım en baştan yeniden kendimi bir hatırlayayım, kendimi kendime tam manasıyla bir hatırlatayım gibi düşünerek kendi halimde ilk başta 10 tane birbirinden bağımsız şarkıdan oluşan, sadece bir yeri anlatan bir albüm yapmak gibi bir düşüncem vardı. Her albümde olduğu gibi tabii bunda da başladığınla, albümün kaydığı yön aynı olmadı. Sonradan albümdeki şarkılardan biri bana bambaşka bir kapı açtı, albümün son şarkısı oldu şu an itibariyle o. Orada bambaşka bir hat buldum ben. Dedim ki bir dakika 10 tane birbirinden ayrı şarkı fikri kenarda dursun, onu her zaman yapabilirim, ben yine bir konsept albüm yapayım. Çünkü orada çok güzel bir hat buldum, onu keşfettim, hissettim yani. Oradan bir sürü şey çıkabileceğini keşfettim. Bir tane ana karakterimiz var albümde. İşleri tamamen sarpa sarmış bir karakter. İşlerinin tam anlamıyla nasıl sarpa sardığına dair albüm net bir şey ifade etmiyor ama ucundan kıyısında gösteriyor bu adamın sıkıntılarını. Birilerine güvenip bazı işlere girişiyor, o işler neticesinde hiç hesabında olmayan durumlar ortaya çıkıyor. Aslında başına gelenin ne olduğunu, neden başına geldiğini biliyor ama herhangi bir şekilde müdahale bile etmiyor onları düzeltmek için. Her şeyi kendi akışına bırakıyor. Kendi hayatının kontrolü hiçbir şekilde elinde değil. Sadece bekliyor bir şeylerin düzelmesini. Hayatın, onun içinde olduğu debdebeyi düzeltmesini bekliyor ama onun beklediği gibi asla olmuyor.

 

Albümde 13 şarkı olacak kuvvetle muhtemelen, belki 12 olur, belki en son konuşursak 10’a falan bile düşebilir. Başından sonuna bir hikaye anlatıyor ama her şarkı da albümün içinden çekildiğinde ayrı bir şey anlatıyor durumu oluşacak. Benim karar vermem gereken bir şey vardı albümü yaparken: kullanacağım dil. Bu benim çok zamanımı aldı. Ana karakterin ağzından mı anlatacağım, dış bir gözden mi anlatacağım, karakterin dedesi var, dedesinin ağzında mı anlatacağım, bunları çok düşündüm. İlk başta dedesinin diliyle anlatıyordum albümü hatta. Yaşlı bir adamın dilini kullandım belli bir süre. Sonra dinledikçe, birkaç da kayıt aldıkça -onlar albümde olmayacak şeyler şu an itibariyle- çiğ geldiğini düşündüm, dolduramadım ben onu, tam manasıyla benim istediğim gibi bir şey olmadı, havada kalıyordu. O yaşlı adamın laflarını söyleyemiyordu benim kurduğum yaşlı adam. O yüzden eksenini kaydırdım, ana karakterin dilinden konuştum albüm boyunca. Tabii dedeyi de bir iki yerde falan konuşturdum. Skitler var albümde. Onun yanı sıra klip, albümü tamamen destekleyecek şekilde. Klip, tamamıyla albümü anlatacak şekilde olacak. Klip, bir şarkıyı anlatmıyor, birden fazla şarkıyı anlatıyor, en azından 4 şarkıyı anlatıyor ilk çektiğimiz klip.

 

 

Bununla beraber 90BPM’in de yeni albümünün yolda olduğunu biliyoruz. Bu albümler hakkında bize verebileceğin ipuçları var mı?

 

90BPM albümünde bu sefer ilk albüme nazaran herkesin daha kendini bildiği, daha kendinin en iyi bildiği şeyi yaptığı bir albüm oldu. İlk albümde hepimiz bir şeyler denedik. Ben de denedim, herkes bir şeyler denedi. Farklı farklı soundlar da denedik. Bu sefer, herkesin en iyi yaptığı şeye odaklandığı bir albüm oldu. İlk albümde Savai yoktu, sadece bir tane beat’i vardı. bu albümde hem beat’leri var hem vokalleri var ve onun vokallerinin de devreye girmesi feat sayısını otomatikman azalttı. Çünkü bizim ilk albümde çok feat olmasının sebeplerinden bir tanesi de Savai’nin yokluğuydu. Onun getireceği vokal çeşitliliği olmayınca başka birilerinin üzerinden halletmeye çalıştık. Bu sefer Savai de olunca çok fazla feat gereksinimi olmamış oldu.

 

Onun yanı sıra bana göre herkes de kendi en iyi bildiği işi yaptığı için bu albüm ilk albüme göre hem daha karanlık hem de daha olgun ve oturaklı bir albüm oldu, daha karakterli bir albüm oldu. Bunun, benim şahsi röportajım olması ve albüm hakkında konuşmak üzerine ortak bir karar almadığımız için daha çok detay vermek istemiyorum şu an itibariyle.

Ee bir de beraber çalışmaya devam ediyorsunuz, daha da entegre oluyorsunuz.

 

Evet, evet evet öyle de bir durum oldu, daha bir alışıldı. Zihni ayak bağlarımızdan kurtulduk biraz. Şunu da yapalım bunu da yapalım değil de neyi iyi yapabiliyoruz abi onu bir yapalım da öteki ıvır zıvırları yaparız yani. Herkes her şeyi yapmaya çalışmadı. Savai varken tutup da ben onun yapabileceği bir işi yapmaya gerek duymadım. Ben kendim en iyi ne yapabiliyorsam onu yapmak istedim. Diğer tüm herkes için de bana göre geçerli bu durum.

 

Kafaların netleştiğini de gösteriyor bu, olgunluk meselesi burada gösteriyor kendini.

 

Aynen öyle, burada herkes kendi hattı neyse oranın üzerinden gitti ve oranın üzerinden bir şeyi inşa etti.

 

”Hayata 1.05 sana 6.50, beraberlik dersen oran verilmemiştir.” diyorsun Tutmayan Kuponlarım Var’da. Oranlarda bir değişiklik var mı?

 

(gülüşmeler) Valla abi bizim maçı bültenden kaldırdılar, öyle söyleyeyim (gülüşmeler) çok daha zayıf kalmaya başladık, bizim maçın sonucu belli olduğu için bültenden kaldırdılar. Şikeye mikeye girer diye belki bilmiyorum yok artık bizim maç.

 

 

 

 

Farazi v Kayra ikilisini hangi futbolcu ikilisine benzetirsin? 

 

Marcelo Salas – Ivan Zamorano. O ikisi. Şili formaları üstlerinde.

 

Marcelo Salas ve Ivan Zamorano

 

Kayra şarkılarında geçen bazı soruları Kayra’ya soruyoruz.

 

-Hangi şarkılar katlanır kılan? (Çatımda Radyolar)

 

Bir çırpıda aklıma gelenler:

 

Cenk Taner – İzin Vermedi Yalnızlık (Bütün Albüm)

Ali Ekber Eren – Afyon Garı

Nigar Uluerer – Göze mi Geldim Sen mi Unuttun

Jay Reatard – There is No Sun

Boysetsfire – With Cold Eyes

Ariano – Friendly Fire

Leak Bros – Gimmesumdeath

Zion I – Bird’s Eye View

 

 

-Hayat mı Kayra mı? (Zürafa Tekmesi)

 

Siz hepiniz bir cevaplayın bakalım kendi adınıza ben de cevap vereceğim. Söyle bakayım ne diyorsun sen? (gülüşmeler)

Samet: Hayat.

Barış: Hayat.

Dilge: Herkes hayat der herhalde.

Bir iddia koyun, bir challenge koyun ya şöyle bir silkeleyin, yenilsek bile onurumuzla yenileceğiz deyin. Ben sinirliyim hayata karşı, sinirli olmaya devam edeceğim.

Kayra: Yaz abi ya ciğerini sökerim hayatın ya, başlarım hayatına. Aynen böyle yaz.

 

Röportajda katkıları bulunan banliyö. fanzin ekibinden dostlarım Samet Güney, Naci Mert, Burak Serin, Barış Erenkara ve Dilge Karakaş’a ayrıca teşekkürler.