“Gittin mi oraya” diye sordum…
Güldü, “E, herhalde. Niye burada ev kiraladık oğlum…” diye cevap verdi…
Yıllarca birlikte dergiler çıkardığımız, sevdiğimiz müzikleri dergi gecelemelerinde sabahlara kadar dinleyip tartıştığımız, grup ve şarkı isimlerini derginin künyesine “katkıda bulunanlar” listesine eklediğimiz zamanlardan kalmaydı arkadaşım…. Aradan 20 yıl geçtikten sonra çok uzaklarda, Los Angeles’ın efsanevi “kasabası” Malibu’daki evinde bir akşam yemeğinde eşlerimizle buluşmuştuk…
Neden Malibu’da yaşamayı seçtiğini elbette çok iyi anlıyordum.
Çünkü 90’lardaki dergi gecelemelerinde çalan şarkıların, çok sevdiğimiz grupların çoğunun yolu oradan geçmişti… Pasifik Okyanusu’nun ‘sörf’lük dev dalgalarının dağın tepesinden seyredildiği, kuru otların arasında yılan gibi kıvranarak adeta terkedilmiş ahşap evlerin birbirlerinden çok uzakta kurulduğu, sessizliğin ve ‘modern’ yaşamdan uzakta izole bir hayatın hüküm sürdüğü tepelerden…
Sadece orası mı?
70’lerde zirveye ulaşan yaratıcılığın, rock’un o güzel günlerinin, her biri rock tarihinin coğrafi zihin haritasında küçük bayraklarla işaretlenmiş yerler, mekanlar, isimler… Topanga Canyon… Venice Beach… Lourel Canyon… Whisky a Go Go… Troubadour…
Mesela Topanga Vadisi, Neil Young’un 1970 tarihli ‘After the Gold Rush’ albümünün ortaya çıktığı yerdi.. Graham Nash, meşhur ‘Our House’u Laurel Vadisi için yazmıştı, o sıralarda da Joni Mitchell’la Lookour Dağı’nda yaşıyordu… Jim Morrison, Manzarek’e yazdığı şiiri oradan 30 km uzaklıktaki Venice Beach’deki evinde okumuştu.. Hatta efsaneye göre daha tıfıl Bob Dylan, gittiği Otis Redding konserinde, cesaret edip ‘Just Like a Woman’ın şarkı sözlerini verip “ya bu çok uzun” cevabını yine oradaki efsanevi “Whisky a Go Go”da almıştı… Daha ‘Crazy Horse’, “çılgın at” olmadan önce, Rockets iken, bir saati bulan jam session’larını oradaki vadilerin birinin arasında saklanmış bir evde yapıyorlardı (Zaten Neil Young ile de orada, o evde tanışıp Down by the River’ı çalmışlardı)… Mookie Blaylock gibi garip isimli bir grup, isimlerini Pearl Jam’e çevirdiklerini Troubadour’un o küçük 400 kişilik salonunda ilan etmişlerdi. ( Neil Young da ilk solo konserini bu salonda vermişti). Greatful Dead, Doors, The Eagles, Beach Boys, Metallica... Hepsi “La La Land”den üremişti… Çok kabaca “California yaşam tarzı” diyebileceğimiz o esrarlı dünya, birbiri ardından çıkan onlarca olağanüstü rock albümüne damgasını vurdu. Uyuşturucunun yol açtığı “karanlık” zeka, kıyamete yol açan parçalanmış aynanın yansıttığı envai çeşit fantaziye, duru- görüye ve gerçeküstü imgelere ev sahipliği yaptı. Neil Young’un o dönemini simgeleyen “Ditch Triology” albümleri (“Time Fades Away”, “On The Beach” ve “Tonight’s The Night”), tam da o Malibu patlamasını simgeler. (Ditch Triology ile ilgili daha ayrıntılı bir yazımı okumak isteyen meraklılar bu linke tıklayabilir) Ayrıca aynı şekilde Josn Didion’un kitapları, David Crosby’un “If I Could Only Remember My Name” albümündeki paranoya düzeyi, yine de ulaşılan tümü inanılmaz derin müzik kalitesini gölgeleyemez hala…
Rock’un sınırsız coğrafik haritasında yerini almış ,-o çok eski arkadaşıma Gittin mi oraya” diye sorduğum ve “ee, herhalde oğlum” cevabını aldığım- mekana geliyorum şimdi…
Okyanusa bakan birçok vadinin arasında yer aldığını bildiğimiz bir yerdi Indigo Ranch. Plakların, cd’lerin arkasını en ince ayrıntılarına kadar okuma alışkanlığına sahip bizler için o efsanevi kayıt stüdyosu, tüm sohbetlerimizde ‘ölmeden önce yapılması gereken 100 şey’ listeleri gibi, kendi “bucket list”imizde hep en üst sıralarda olurdu…
Barrymore yolunda, 3 yıl önce göçüp giden Richard Kaplan’ın tutkuyla inşa ettiği bu kayıt stüdyosundan birçok isim gelip geçti. Neil Young, Nick Cave and the Bad Seeds, Neil Diamond, Olivia Newton John, Jeff Lorber, Korn, Sepultura, Limp Bizkit…
Indigo Ranch’ın yerinde şimdilerde bir yıkıntı var.. 10 yıl önce geçirdiği bir yangında kül olmuş ama hala onun anısını yaşamaya çalışan insanların kurduğu ve yazıştığı gruplar var, eski çalışanlar, ziyaret edenler, yolu oradan geçenler, meraklılar, stüdyoyu kullanan sanatçılar, grup üyeleri…
41 YIL ÖNCE BİR GECE…
Bu biraz uzun girizgahtan sonra, bugünden tam 41 yıl önceye geri dönüyor ve ıssızlığın ortasındaki Indigo Ranch’n kapısından sessizce süzülüyorum… 11 Ağustos 1976 akşamı… Gün boyu yakıcı güneşin ardından herkes Los Angeles’a eğlenceye akarken, bomboş kalan kayıt stüdyosuna 3 tane adam giriyor. Çok fena “dumanlanmış” durumdaki bu “şahıs”lardan birisi akustik gitarıyla kayıt odasına oturuyor… Diğeri konsülün başına geçiyor… O gecenin tek şahidi olan arkadaşları da elinde birası, ağzınında sigarası ile dünyanın en özel konserlerinden birine şahit oluyor. O gece sabaha kadar sürüyor.. O “kafayla” tam 10 tane şarkıyı, oracıkta, o an söylüyor ve kayıt ediyorlar. Gecenin bir vaktinde kayıt bitiyor, elektrikler kapatılıyor ve herbiri bir kenara kıvrılıp uyuya kalıyor.
Sabah stüdyoya gelenler, sessizce bu 3 gece nöbetçisinin üzerini örtüyor ve işlerine başlıyorlar…
“O geceyi, David’le birlikte orada geçirdik ve 9 tane şarkı söyledim. Bir teybi tamamen doldurduk. Sonra da o teybe Otostopçu (Hitchhiker) adını vermiştim. Çok dumanlıydım o gece, sesim tamamen başka diyarlardan geliyordu.. Arkadaşım aktör David Stockwell de benimleydi o gece. Bir odada oturduk, arka arkaya şarkıları sıraladım, sadece biraz esrar, bira veya kola için ara verdik. David (Briggs) o çok sevdiği konsolunun başındaydı...”
1994 yılında yayınlanan Special Deluxe adını verdiği anılarında Neil Young, o geceyi böyle anlatıyordu.
Neil Young’un anılarını okurken, içimden “keşke bu kayıt ortaya çıksa, 70 lerin havasını, ruhunu, ortamını sesini çok özleyenlere biraz ferahlık verse” dediğimi çok iyi anımıyorum.
Bugün, yani 1 Aralık 2017 günü Neil Young, yayınlanmış veya yayınlanmamış bütün müzik arşivini, üstelik bir süre ücretsiz olarak herkese açacağını açıkladı.. Üstelik yeni albümü (“The Visitor”) ile birlikte…
Aralarında 11 Ağustos 1976 akşamı yapılan o kayıt da var… Daha doğrusu o kaydı, bir süpriz yapıp daha önce albüm olarak yayınladı!
Sade. Basit. Duru. Samimi. Hiç bir artistik hareket yok. Kayıt icadı, stüdyo numaraları yok. Adeta tarih öncesi. Tamamen bestesinin ve sözünün gücüne inanan, kafası bir dumanlı olsa da kendinden emin yaratıcı ve özgür bir ruh, sessizliğin ve ıssızlığın ortasında, hiçbir beklentiyi-hesabı kafasının bir yerinde tutmadan, sadece o an için dökülüyor. O dönemi harika anlatan albüm kapağından yayılan kahverengi gün batımı da, işte tam da o “saf” günleri çağrıştırıyor.
Şarkılardan tek tek bahsetmeye hiç gerek yok, dinlemek yeterli.
Bugün artık sessiz bir yer bulmak mümkün değil. Hemen tüm kayıt stüdyoları, şehrin merkezinde dev plazaların içinde, büyük paralar yatırılarak yaratılmış yapay ses kesici ortamlarda… Doğanın içinde, sessizliğin ortasında, en yakın “ses”e yüzlerce metre uzaklıkta bir kayıt stüdyosu yok artık… yaratıcılığı teşvik eden doğal ortamlar da yok. Müthiş aletlerle, gerçeğini çok “aşan”, kendisi olmayan müzikler çıkıyor. Adeta stüdyo harikası isimler, gruplar ortalıkta kol geziyor.
Sahici olanın, bu kakafonik gürültünün içinde aslında saf, masum ve sessiz olanın peşindeyiz hep. O yüzden Hitchhiker’ı dinlemek, yorgun ruhuma bugünlerde iyi geliyor.
Mehmet Şenol
Meraklısına notlar:
-
- Tüm albümü dinlemek için: https://youtu.be/r5ejjM0Uv-s
- O akşam stüdyoda olanlardan David Briggs, Neil Young ile 1969’da Topanga Kanyon’dakarşılaşmışlar ilk olarak. Young otostop çekerken arabasına almış ve ondan sonra Briggs ölene kadar birlikte çalışmışlar. Albümün isminin “hitchhiker” olmasına binaen 😀
- Neil Young, boşandıktan sonra yine Los Angeles’a geri dönüp Malibu civarına yerleşti.
- Dün çıkan yeni albümü The Visitors’u yine Malibu’da, ama artık rahmetli olan Indigo Ranch’ın yerini alan Shangri-La Stüdyolarında kaydetmiş…
- Yeni albümünde, Amerika’da yaşayan bir Kanadalı olarak Trump’a doğrudan dalmış.. Albümün Error! Hyperlink reference not valid.(“Already Great”) şöyle diyor: “No wall, no hate, no fascist U.S.A.”
- Topanga Canyon’a 10 dakikalık arabayla çıkışı sanal deneyimlemek için: https://youtu.be/QrfS-naHYO8
- Crazy Horse’un yerine Promise of The Real’ı geçirmeye çalışması hiç iyi değil… Şu konser performansını canlı izleyen gözlerin sahibi olarak tartışmaya kapalı bir konu bu