Peyote’de ilk ne zaman çaldınız?

 

Fırat: 2009-2010 diyorlar ama. Sanki biz bir şeyler yaptık sonradan. 2009 olabilir. Grubu 2008 yılında kurduk diyoruz ama biz kaç yılında tanıştık hatırlamıyorum bile.

 

Kerem: 2002-2003’tür tanışmamız.

 

Fırat: 2009 diye kabul etmek isterim ben valla.

 

Peki nasıl bir mekandı o zamanlar Peyote?

 

Kerem: Alt katta çalmıştık o zamanlar.

 

Fırat: Bir dakika orta katta çaldık biz.

 

Kerem: Hayır, alt katta çaldık.

 

Fırat: Alt katı sonra açacaklar ya kardeşim.

 

Kerem: Ben öyle hatırlıyorum.

 

Fırat: Orta diyelim. Bir çarşamba günüdür kesin. Hedonutopia’dan önce benim Düş Macunu ile çalma hikayem var.

 

Kerem: Sen Düş Macunu ile ortada çaldın, biz alt katta çaldık.

 

Fırat: Balıkesir’deyken Düş Macunu’ndan Sinan dedi ki “Siz neden burada debelenip duruyorsunuz İstanbul’da Peyote diye bir yer var.”  dedi. O zaman Enderin ile kayıt da yapıyordum.

 

 

Fotoğraflar: Egecan Çitim ve Damla Adalı

 

 

Ne kaydıydı?

 

Fırat: Enderin diye bir grubumuz vardı, onu kaydetmiştik. Demo gibi bir şey. Üniversite durumları. Sonra kaydı falan bıraktım. Pılımı pırtımı toplayıp Balıkesir’den bir anda İstanbul’a geldim. O zamanlar Enderin grubuyla Unistar’ın Türkiye finaline kalmıştık. Replikas vardı gecenin finalinde, Siyah Deri Ceket’i çaldılar. Tabii ben bittim. Sonra baktık hakikaten Peyote diye bir yer varmış.

 

 

BİZ PEYOTE’DE PİŞTİK

 

Replikas’ın o dönemki Peyote üzerindeki etkisi nasıldı ki?

Kerem: Tabii ki canım. Zerre falan çıkmıştı hatırlıyorum.

 

Yani 2006-2010 arası Peyote’nin sizin müzik yolunuzu açtığına inanıyor musunuz?

 

Fırat: Pek çok grup vardı. Nekropsi, Ayyuka vardı, Gevende arada geliyordu. O değil de, Replikas beni çok etkilemişti. İyi anlamda yani. Hiç haberleri yoktu bundan üstelik, beni çok etkilemişlerdir. Gökçe Akçelik sahnede nasıl durulacağına dair yeni bir dünya açmıştı. Orçun çok unique bir karakter, Barkın da öyledir. En çok Orçun’la muhabbet etmişizdir.

 

Kerem: Metin Bozkurt yine. Harika bir ses mühendisidir.

 

Fırat: Metin Bozkurt’u tanıtmaya bile gerek yok. Çok yardımcı olmuşlardır bize. Biz de onlara negatif bir şey yapmadık. Hep hayran hayran baktık. Müzisyen olmamız gerekiyordu, onlar zaten olmuşlardı. Adam senden 7-8 yaş büyük. Hani 20 yaş da büyük değil. Duruşu çok iyiydi. Gökçe zaten rock starlığı yaşıyor gibiydi, ki hakkıydı da.

 

Peyote’de uzun yıllar çaldınız. Hedonutopia için bu önemli bir süreç olsa gerek. Peyote kültürünün müziğinize nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz peki?

 

Kerem: Biz Peyote’de piştik. Hem sahneyi hem müzisyenleri tanıma açılarından, hem de konserleri izleme anlamında piştik diyebilirim. Pek çok grup sahne alıyordu. Bana göre Türkiye’nin kalbi gibiydi.

 

Fırat: O zamanlar ROLL dergisini okuyordum. Müthiş bir dergi. Yurtdışında neler oluyor, İngiltere’de bunlar nasıl başlamış, Türkiye’de niye böyle şeyler yok diye düşünüyordum. Sonradan öğreneceğim ki, aslında olmuş ama askeri darbeler bunu kırmış. Böyle başlamış ama 60 yıl önce başlamış. Bizde bir Peyote var; Kadıköy’den gelip çalanlar var, Taksim’den gelenler var. Bunlar tam sevişmiyorlar tabii. Bunları bir araya getiren Hakan Orman var, yani köprü yapıp insanları buluşturan kişi.

 

Müdavimleri kimlerdi? Ünlüler gelir miydi?

 

Fırat: Ben aşıktım Peyote’ye. Peyote’nin yanında dile kolay 10 yıl yaşadım. Birlikte çalışıyorduk, sonra Peyote’ye gidiyorduk. Öyle bir mekan ki, saat 3 gibi gidebiliyorsun ve yeni takılmaya başlıyor insanlar. “Oğlum bu, şu grubun solisti değil mi? Bu şey değil mi?” diyordun sürekli. Hande Ataizi’yi de görebiliyordun yani… Bir bakıyorsunuz Fatih Akın, bir bakıyorsunuz Takva’nın senaristi geliyordu. Çok değişik. Oraya bir şey olacak diye çok korkuyorum.

 

Hakan Orman’lı dönem nasıldı peki?

 

Fırat: Biz o dönemi gördük zaten. Bize Hakan Abi’den öncesini gösterselerdi,  herhalde Hakan Abi’ye bir şey olmasın diye sırtında yaşamak isterdik. Hakan Orman’lı dönemi şöyle anlatabilirim; sanki saatte bin kilometre hızla giden bir şeyin içindesin ama hiç sorun yaşamıyorsun. Durum tam anlamıyla buydu. İçeridekiler o kadar alışmış ki bu duruma. Hani nasıl olsa çarpmayız diyorlar. Bir şoför var ve o seni götürüyor. Hakan Abi’nin varlığı benim için buydu, ama tabii Hakan Abi ile yatıp kalkan, onun nazını çeken insanlar ne der bilemem. Ben bir seveni, bir kardeşi olarak söylüyorum. Müzik algısı çok güçlüydü bir kere.

Nelerden etkileniyordu?

 

Fırat: Doğallıktan, samimilikten, kendin gibi olmaktan.

 

 

Fotoğraflar: Egecan Çitim, Damla Adalı

 

 

HOCA DURUŞUYLA: HAKAN ORMAN

 

Size önerileri olur muydu?

 

Kerem: Tabii. Biz mesela ilk parçayı kaydettik, sahne almak istiyoruz. Parçayı ona dinlettik. Biraz dinledi. Sonra “siz mutlulukla mutsuzluk arasında bir müzik yapıyorsunuz, buradan devam” edin dedi.

 

Fırat: Ben Düş Macunu ile çıktım sahneye. Gitar çalmaya çalışıyorum. Uzaktan Hakan abi’yi kesiyordum. Zaten Sinan Güngören onunla konuşmuştu. Bu ne abi, gözleri ateş ediyordu resmen!

 

Kerem: Bütün konserleri izlerdi.

 

Fotoğraflar: Egecan Çitim, Damla Adalı

 

Fırat: Ateş ediyordu adam ya gözleriyle. Sevmiş olacak ki, konser ortasında geldi kafasını sallamaya başladı. Bende gitar kalmadı tabii. O da anlamış olacak ki; “çal ulan” diye bağırdı. Ben de “Evet lan, Niye abartıyorum ki? Gitar çalacaksın” dedim kendime ve devam ettim. Normalde bir yılda gelecek seviyeye, bir lafıyla çat diye getiriyordu. Bakıyor gençsin, bakıyor isteklisin, hemen kendi gençliğinden bir parça görürdü. Yani götün başın ayrı oynamıyorsa, durup dururken saçını turuncuya boyayıp Peyote’ye gelmiyorsan, “Ben Birmingham’dayım ho” yapmıyorsan ya da Cihangir’deki evinden Peyote’ye yürüyerek gidip geliyorsan, bir sıkıntı yok tabii. Sigaranı, şarabını içtikten sonra, Birmingham’da gibi yaşayabilirsin. Ben öyle değildim ki…

Gündüz okula gidiyordum. Fatih, Çapa’daki zihinsel engelliler okuluna. Orada o zor durumdaki insanları gördükten sonra, Cihangir’deki insanları da görünce, “Ne yapıyor lan?” bunlar diyordum. Gerçek hayat o değil ki! Keşke öyle olsa, ben de isterim. Tamam, baban şarkıcı, ressam, zengin, sanatçı ve bunu gelip Peyote’de müzik yaparak değerlendirmek istiyorsan bu müthiş tabii. En azından rally kursuna da gidebilirdin, müzik yapman kıymetli. Fakat biraz ünlü olduğunda hoppa yapıyorsan, Hakan Abi yaşıyor olsa senin ağzını burnunu kırardı. Bence sen de gidemezdin ki, o albümden sonra Peyote’ye. “Gel lan buraya neredesin 2 aydır” derdi! Dövebilirdi yani. Beni hiç dövmedi ama Emre Aksoy’un dediğine göre bazen öyle şeyler diyormuş, “Bazı şeyleri vurarak halledebilirsin” diyormuş. (gülüşmeler).

 

Güçlü biriydi herhalde, Ali Ece “Brad Pitt” gibiydi demişti röportajda.

 

Kerem: Tabii, sen onu kolay kolay dövemezsin. İzbandut gibi bir adamdı ama hiç öyle gözükmezdi.

 

Fırat: Abi tek eliyle kendini yukarıya çeken bir adam, sana “Hoş geldin!” falan diyorsa bir problem vardır (kahkahalar). Bir de çok şeyler yaşamış tabii. Bize çok anlatamadı. Tabii çok yoğundu.

 

Kerem: Başı o kadar kalabalıktı ki, bazı zamanlar sıraya giriyordun konuşmak için.

 

Fırat: Bir anımı anlatayım. O zamanlar Replikas takım elbise gibi şeyler giyiyordu. Değişik tavırları vardı. Ben de bilerek aba yelekle gitmiştim. Kendimi nasıl ifade edebilirim diye düşünüyordum. O zaman param da yok. Kapıdaki eleman şok olmuştu. Biliyor kendi anne, baba hayatında da var. Daha sonra yukarı çıktığımızda “Oğlum böyle giyinmeyin, doğru düzgün giyinin” demişti. “Siktir git doğru düzgün giyinin” de diyebilirdi yani. Peyote bir küçük okuldu ama illa hoca olacak diye bir şey yok. Fakat hoca duruşuyla, kurtarışıyla Hakan Orman’dı

 

 

Hakan Orman bugün yaşasaydı sizce müzik piyasası şu an nasıl olurdu? Yerli sahnenin aşırı yükselişinde nerede yer alırdı? Biraz hayal gücünüze bırakarak soruyoruz…

 

Fırat: Onun çevresinden hareket etmemiz lazım. Mesela Seren Yüce çok başarılı bir yönetmen. Onunla ilişkisi ne olurdu? Fatih Akın’la da yakındı diye hatırlıyorum. Abiler daha iyi bilir. Fatih Akın geçen gün heykel kaldırdı mesela. Hakan Abi arardı “Niye gelmiyorsun derdi”. Yine bir gün Peyote’de Fatih Akın’ı görebilirdiniz. Örneğin şu sıralar aktif olmayan Replikas’ı, Orçun’dan başlamak üzere tekme tokat döverdi ve yeni albüm için stüdyoya sokardı zannımca, abiler affetsin bu arada. Çevre anlayışı muazzamdı. Bunun üstüne daha bir güç katılmış olurdu.

 

Kerem: Herkesi tanırdı ve maval okuyamazdınız Hakan Abi’ye. Birleştirici etkisi vardı.

 

Fırat: Yani düşünsene, sen öyle birisin ki hiçbirimiz yalan dolan yapamıyoruz. Gideyim de ben bunun yanında martaval okuyayım yok. Hemen kulağını çekerdi. Atıyorum, ünlü olan arkadaşlarımız “Bana yol gösteren yok mu” diyor olabilir. Bunu arıyor olabiliriz. Hakan Abi yaşasaydı, bunu bedavaya yapardı. Mesela Jakuzi ünlenmeye başladığında, Kutay bunu ilk gidip Hakan Abi’ye sorardı bence. Belki üç yılda bulacağı şeyi, üç ayda koyardı önümüze. Bunların hepsi güzel insanlar, kolay yetişiyor mu? Sanmıyorum.

 

Peki Peyote’yi şu anki halini nasıl buluyorsunuz? Alt kat orta kat birleşti.

 

Kerem: Ses sistemini yenilediler.

 

Fırat: Dijital masa aldılar. Peyote’nin ses mühendisi Fatih Esmer çok yetenekli bir arkadaşımız. Ben itiraf ediyorum; çok tatlı biri vardı. O, işinden çıktığı için gelmişti. Tabii önyargılarımda her zaman sıçmışımdır, sonradan çocuk koptu gitti. Cansın Dugan da çok över onu.

 

Kerem: Kimi çok severek yapıyor işte, geliştirmeye çok açık.

 

Fırat: Yani birçok kişiyi kendine getirirdi Hakan Hedonutopia, Seni Görmem İmkansız, Jakuzi, Gevende, Replikas, Ayyuka, Nekropsi, Barıştık mı?, DDR, Dinar Bandosu, Balina, In Between, Kutu, Ages, Ispanak, Kafabindünya, Fairuz Derinbulut, Hariçten Gazelciler, Kırkbinsinek, Ars Longa, Yıldız Tozu, Toz ve Toz, Sakin, Sakareller, Yerçekimi, Beyaz Hayvanlar, Peyote vs.

 

Fotoğraflar: Egecan Çitim, Damla Adalı

 

Anlattıklarınıza göre, Hakan abi doğuştan karizmaya sahip olanlardan sanki. Ne dersiniz?

 

Fırat: Bazı insanların karizma değeri çok yüksek olabiliyor demek ki. Ben onu gördüğüm için kendimi çok şanslı hissediyorum. Vefatından sonra ilk defa Peyote’ye girişimi asla unutamayacağım. Tankutlar, Kurtuluşlar ağlamaktan bir hal olmuş. Zaten yukarı çıkarken yaşadığım o kaotik ruh hali, ya da Peyote’deki ortam anlatılmaz. İlk iş DJ kabininin yerini değiştirdiler. Çünkü herkes oraya bakıyor. Bir de bir olayımız vardı. Giysi muhabbetini o yüzden anlattım. Biz tabii abadan sonra kıyafetleri düzelttik. Uzun paltolar giyiyoruz evde,  şarap marap takılmışız. Çıktık dışarı Peyote’ye dan diye girdik terasa. DJ kabininde Hakan Abi’nin kafası çarpı beşti. Bizi görünce paltolarla gözleri golf topu gibi oldu. “Oğlum polis gibi gelmeyin lan, buraya müzisyen gibi gelin” dedi. “Abi dedik bir öyle diyorsunuz, bir böyle diyorsunuz.” (kahkahalar) Daha neler çıkar konuşsak…

 

Konuyu biraz da size getirelim. Yarışmalarla bayağı haşır neşirsiniz. Nereden çıktı bu yarışmalara katılma fikri?

 

Kerem: Biz aslında yarışmalara inanmayan bir grubuz.

 

Fırat: Kerem’in bok yemeleri bunlar hep, iyi anlamda tabii. Adam inanıyor. “Oğlum biz bu müzikle ne yapabiliriz ki? Yani biz ömür boyu yapacağız da, kısa sürede nasıl bir cevap bulabiliriz ki? Bak bu yarışmanın eli ayağı tutuyor, ben yolluyorum buna” diye düşünüyor.

 

Kerem: Bir de şu gözle bakıyoruz. Yarışmada performans yaptırıyorlar, yeni yerde çalma imkânı var. Boğaziçi’nde çalmış oluruz diye düşünüyorduk.

 

Fırat: Takılırız yani. Konser vermek iyidir.

 

Kerem: Seyirci anlıyor çünkü.

 

Fırat: Ankara çok güzel geçti mesela ben koptum, İnsanlar da koptu.

 

Kerem: Roxy Müzik Yarışması’na başvurmuştuk. Rock grupları çıkıyor ya genelde, o olmadı.

 

YANLIŞ İSİMLE YAYIMLANAN GRUP

 

Roxy Müzik Yarışması?

 

Fırat: “Abi en iyi davulcu ödülü olan yarışmaya neden katılıyoruz ki” dedim Kerem’e. Böyle baktı bana, “Ama yolladım ben” dedi.

 

Nasıl geçmişti Battle of the Bands?

 

Kerem: Çok güzeldi o yahu.

 

Fırat: O gün çıktık çaldık. Yasemin Mori Hedonopia diye sundu bizi (gülüşmeler). Fakat kıyamam, önce lafı çevirdi biraz. Hatırlayamadı grubun ismini. “Ulan kurtarsanıza beni neydi grubun adı” diye bakıyordu adeta çevresine. Öyle ödülü aldık. Bu isim hep espri konusudur. DokuzSekiz Müzik de bizi ilk Hedonopia diye yayımladı. Biz söyledik bir gün sonra mı ne değiştirdiler.

 

Fotoğraf: Egecan Çitim, Damla Adalı

Kimler vardı Battle of the Bands’de o sene?

 

Kerem: Padme, Mosquito, Baltaburun vardı.

 

Pek bilindik isimler değil yani?

 

Kerem: Yok, üniversitelerden işte. Biz de bilinmiyorduk ki. Biz sadece daha eskiydik.

 

Jüride kimler vardı?

 

Kerem: Kanat Atkaya, Yasemin Mori, Burak Gürpınar, Yalçın Birol, Güven Erkin Erkal, Tolga Akyıldız, Orçun Sünear, Kutlu Özmakinacı. DokuzSekiz’den Demet Karaduman vardı.

 

Fırat: Jüri de ilginçti aslında.

 

Peki o jürinin önünde çalmak nasıldı? Heyecanlandınız mı?

 

Fırat: Ben zaten müzik öğretmenliği mezunuyum. Benim hayatım jürilerle geçti. Beş sınava girdim. Profesörler vardı karşımda. Dolayısıyla benim için sorun değildi, hatta jüriyi unutuyordum çalıp söylerken.

 

Kerem: Performansa odaklanıyorsun yani. Çok çaldığımız için sahne deneyimimiz vardı. Bir süre sonra, performanslar da farklı bir yere doğru evriliyor.

 

Fırat: Tabii tabii. Enderin ile de Unistar’da, Serkan Fidan, Murat Beşer vardı. Nükleer Başlıklı Kız’ı seçmişlerdi. Nerde şimdi o kız? Akkuyu’da güneşleniyor herhalde.

 

Boğaziçi Ödülleri geldi daha sonra zaten?

 

Fırat: Evet. Çok güzel oldu.

 

Siz mi aday gösterildiniz yoksa yine Kerem mi başvurdu?

 

Kerem: Jüri özel ödülüydü o. En iyi çıkış yapan grup.

 

Fırat: Hayır başvurmadık, onlar seçmişti. Seray biliyormuş sadece, bizim haberimiz yoktu. Sürpriz yapmışlar. Yarışmayı da kazanmıştık, hemen ardından seçmişlerdi. O gün, bedava irishlerin üstüne konuşma yapmıştık hatta, o da küçük bir efsanedir. Boğaziçi’nde elimde mikrofon “üretin, üretiiin diye bağırır, çiftliğinde Ali Baba’nın” diyordum.

 

DokuzSekiz Müzik’le o yarışma sonrasında iletişime geçiyorsunuz. DokuzSekiz Müzik biraz daha pop sahneden müzisyenlerle ilişkili bir yapım şirketi. Siz kendinizi nasıl kabul ettirdiniz?

 

Fırat: Tamam. Evet, pop ancak yine de Ahmet (Çelenk) abi,  “Var mı alttan gelen iyi şeyler” diye bakan da biri. Ufukları kapalı insanlardan değiller. Onlar da kendi alanında manyak olarak kabul edilen insanlar. Ahmet Abi, İbo Show’u düşünüp yaratan insan. O dönem için büyük başarı. Ahmet Abi şunu seviyor anladığım kadarıyla; ünlü olmayacak, o keşfedecek ve ünlü yapacak. “Oğlum şöyle şöyle, şunu yap” gibi…

 

Bu senaryo sizin için de geçerli mi peki?

 

Fırat: Ama bizde öyle olmadı tabii. Tatlı bir abi. “Birinci kim? Bu çocuklar mı? Şimdi biz size single mı yapacağız?” diyordu. Biz “abi 7 şarkı hazır, mastering de hazır” deyince “Siz ne ayaksınız lan?” demişti (gülüşmeler). Bunun üstüne, abi biz klibi de çekeceğiz dedik. “Verin dinleyeyim, bakayım” dedi ve sonra “ben bunu basarım” dedi. Tabii ondan sonra, kapak nasıl yapılır, albüm nasıl yapılıra dair çoğu şeyi Level 1’den öğrenmeye başladık.

 

Kerem: Okul gibiydi yahu albüm yayınlamak. Her albüm bir okul.

 

Fırat: Tabii tabii. 10 litre şarap alıp “abi albüm kapağı yapacağız” diyerek tüm dostları topladık. Zor oldu egolarla uğraşmak. Ama efendisiydik, bu işlerin. Böyle bir ortamda ilk albümü yapmaya çalıştık. 2016’da Ucube Dizayn’ı DokuzSekiz Müzik’ten yayımladık. Üstünden altı yedi ay geçti. 1000 kişi haberdarken şarkıdan, delinin biri Maymun Kral’ı Spotify’da beğenip listeye almış. Şarkı virale mi ne girdi. Hatta Seray, Viral 50’ye girdik dediğinde, ben toplu bir viral rahatsızlık dönemine girdiğimizi zannetmiştim. Ayrıca Lasido-Sofar canlı performansını da unutmayalım tabii bu sırada. İlk kez iyi ve büyük bir tepki almıştık. Misal Karga’da ücretsiz lansman yaptığımızda, 100-150 kişi vardı. Çok şaşırdık. Yedi -sekiz yıl üç beş kişiye çalmışsın sonuçta oralarda. Bir garip olduk. Önünde bir sevgili sarılarak, sözlerini yayınlamadığın şarkıyı söylemeye çalışıyor. Bu şarkı böyle sevilecek bir şarkı mı diye dumura uğruyorsun. Çünkü biz paket program çalışmıyoruz.  Dur bakalım nasıl olacak diyoruz. Deney yapıyoruz, fakat en başta kendi üzerimizde.

 

Yeni albüm ne durumda? Ne zaman çıkacak?

 

Fırat: Hazır ama kaydetmedik.. Demoları Jakuzi’den ve The Raws’dan Taner Yücel’e gönderdik. Haziran sonunda kaydedeceğiz. Dördüncü albüm üzerine teori geliştiriyoruz şu aralar Kerem’le.

 

Kerem: Daha sonra mastering işleri falan. Ekim başına yetiştirmeye çalışacağız.

 

Fırat: Bir de Avrupa’ya Berlin’e gitme planımız var, Euro izin verirse tabi.

 

“ANADİLİMİZDE DEVAM EDECEĞİZ”

 

İngilizce bir şeyler üretmeyi düşünüyor musunuz?

 

Fırat: Şimdi benim İngilizcemi taklit etmek gerekirse “Evet, ben geçen gün geleceğim, evet ben geleceğim” gibidir. 7 yıl Almanca eğitim aldım. Bir yedi yıl da unutmak için harcadım. 33 yaşındayım varın siz hesap edin. Bir de ben İngilizceyle büyümedim ki. Annem Kürtçe ya da Türkçe türküler okuyordu.

 

Fakat bir yandan müziğin global dili İngilizce. Çoğu müzisyen benzer handikapları yaşıyor.

 

 

Fırat:İngilizce niye söyleyelim ki? İngilizler, Türkçe söylüyor mu? Ben de söyleyip, yırtmak isterim. Birmingham’da evimiz olsun isterim.  Biz neden bir dönem İngilizce söyleyip sonra Türkçe’ye geri dönen grup olarak anılalım ki?

 

 

Kerem: Sen yaptığın işte samimiysen,  o zaten gerekli iletişimi kazanacaktır diye düşünüyorum.

 

 

Fırat: E hadi Sigur Ros yaptı. Tamam, İzlanda’da yayımlandığın an İngiltere’de de yayımlanırsın. Avantajlılar. Biz de biliyoruz. Bizden iyi bilen yok zaten o işleri. Şunu da düşünmek lazım,  hopelandic yapılar ve Dadaizm’i takip edebilirsek, söz dediğimiz şu karın ağrısından bir şekilde pozitif kelimeler yazarak da kurtulabiliriz.

 

 

Peki yeni albümde bir şeyler değişecek mi? Planlarınız ne?

 

 

Fırat: Valla bir şarkı yen gibi. Onun dışında anormal Hedonutopia gibi geliyor.

 

 

Kerem: İlk yaptığımız şarkılardan birini, üçüncü albümde yayınlamayı düşünüyoruz.

 

 

Fırat: Evet. İsimsiz.

 

 

Bir de sizin şarkı sözlerinizde mevcut iktidara dokundurma gibi bir durum var. Farkında olmadan yapıyorsunuz muhtemelen?

 

 

Kerem: İşin ilginç yanı onlar, çok eskiden yaptığımız parçalar.

 

 

Fırat: Sayın Cumhurbaşkanımız biz onu söyledikten sonra, ucube dedi yalnız. Öyle bir durum var. Biz de kıllanıyoruz yani! Ucube olayı da şu; bedensel olarak çok özelliksiziz aslında. Kaplana bakıyorsun, depar atıyor. Kuş uçuyor. Balık yüzüyor. Bizde böyle ne koşabiliyorsun, ne uçabiliyorsun. Koşamayan bir canlı ancak 100 metre yarışı yapabiliyor. O kadar koşamıyoruz ki, bunu her yıl ölçüyoruz. Vasıfsızız biz. Bizim tek olayımız beynimiz ve küçüklükten sakatlandırılmadan büyütülmemiz gerçeği.