Türkiye’de hiphopa ilk katkı veren ve bunu 30 yıldan uzun süredir devam ettiren birisiniz. Nasıl başladı hiphopla bu ilişkiniz?

Çocukken, hiphoptan önce resim yapan, babası müzisyen olan bir çocuktum. Evde müzik hep vardı. Sonra televizyonda görmeye başladım breakdance, klipler. O dönemde video kaset kiralanırdı, kasetlerin sonunda da yabancı klipler çıkardı. İlk böyle tanıştım. Almanya’da akrabalarımız vardı. Ben kasetlerde gördüğüm breakdance ile alakalı hareketleri acaba yapabilir miyim düşüncesiyle deniyordum evde. Almanya’daki akrabalar da Türkiye’ye geldiğinde bana “Şöyle olur, böyle olur” gibi gösterdiler. Biraz bilinçlendim öyle. O dönemde filmlerin de sayısı artmaya başladı Türkiye’de yayımlanan. Mahallede de dans edenler olmaya başladı.

 

 

Mahalleniz neresi?

Şirinevler. Bakırköy’e ve Yeşilköy’e de gidiyorduk. Yazları Bursa’ya gidiyorduk. Orada çok vardı breakdance yapan. Ben de kendimce iyi sayılıyordum. Mahallede ben dans ettikçe, Breakin’ filmindeki Turbo karakterine benzetmeye başladılar. O karakter iyi dans ediyordu, bana da “Turbo gibi dans ediyor” diyorlardı, Turbo adı bana böyle yapıştı. 1985’in başında Beat Street’i seyrettim. Orada da graffitinin ne olduğunu gördüm. Graffiti beni daha çok cezbetti, resime de kabiliyetim vardı çocukluğumdan beri. 85’te sokakları boyamak üzere yola çıktım.

 

İstanbul’da Yapılan ilk Graffitiler

 

İlk boyama hikayeniz nasıldı?

Filmde görüyoruz, ellerinde rengarenk spreyler var, biz de öyle yapacağız diye düşündük. Oysa 85’te İstanbul’dasın ve boya bulamıyorsun hiçbir yerde. Malzeme yok. Böyle bir kültüre dair hiçbir şey yok. Sorduklarımız da bilmiyor. Beyaz marka buzdolabı boyası buldum. Tutmuyor bile, sulu boya gibi bir şey. Ben de tagler atıyorum, büyük büyük yazılar yapmaya çalışıyorum. Öyle gitti bir süre çünkü başka hiçbir şey yok. Sonra siyah ve kırmızı renkleri çıktı. Benim üç tane rengim oldu, acayip mutluydum. Sonra yabancı boyalar gelmeye başladı, fakat çok pahalıydı. 1 ay para biriktiriyordum iki üç boya ancak alabiliyordum. İlk Bakırköy’e çıkmaya başladık, sonra Ataköy yapılmaya başlandıktan sonra oralara gitmeye başladık. 9. Kısım inşaat halindeydi, oraya gidiyorduk.

 

 

Tunç Dindaş

 

Peki, aileniz bu duruma nasıl yaklaşıyordu?

Destekliyorlardı. “Ne yapıyorsun” diye hiç karışmadılar. 89 yılında yakalandığımda kurtarmak için babam geldi. O zaman bile hiç kötü bir laf söylemedi.

 

 

İlk yakalanış mı bu?

Evet. 89’da Zeytinburnu’nda tren yolunda köprü boyuyordum. Yanımda gözcü arkadaşım vardı, o sağa sola bakacağına bana baktığı için polis arabasını fark etmedik, yakalandık öyle. Devlet malına zarar vermek ve duvara slogan yazmaktan 1 yıl hapis cezası aldım. 18 yaşından küçük oluşum, daha önce suç işlememiş olmam dolayı para cezasına çevrildi. Babam geldi, polislerle uğraştı bayağı, ama bana bir laf etmedi. Sadece “dikkat et” derdi.

 

 

Şanslıymışsınız…

Eee müzisyen adam. Kafası daha açık. Sonuçta kendi yaptığı iş de zamanında Bulgaristan’dan gelip Bursa’ya yerleşmiş. Göçmen evi orada çıkmış çünkü. “Ben müzik okuyacağım” demiş, İstanbul’a gelmiş gençliğinde. O da görmüş geçirmiş bir insan sonuçta. Pek bir sıkıntı olmadı.

 

 

Sadece 89’da mı yakalandınız?

O ilk yakalanmam. Yargılandım. Diğerleri küçük şeyler. Sokakta polis görüyordu. “Ne yapıyorsun böyle” diye soruyorlardı, sonra da “Yapma böyle, git” diyorlardı. Bunlar küçük şeylerdi.

 

Breakdance yapan arkadaşlarım metalci oldu

 

O dönemde yakalanıp, yargılanıp, devlet malına zarar vermek, slogan yazmak gibi suçlamalarla cezalandırılırken, şu an belediyelerin çağırıp graffiti yaptırdığı birisiniz?

Kültür Bakanlığı Paris’e gönderdi beni işte boyatmak için.

 

80’lerin ortasında breakdance, sonra graffiti. O yıllar ortam nasıldı?

Breakdance dönemlerinde graffiti yapan benden başka biri yoktu. Herkes dansçıydı. 80’lerin sonuna doğru heavy-metal yükselmeye başladı. Benim birlikte breakdance yaptığım çoğu arkadaşım metalci oldu. Türkiye’de bir şeyci olma kavramı vardı. Heavy metal yükseldi, yine 80’lerin sonuna doğru acid house çıktı, bazıları acidci oldu. Ben de hala rap dinliyordum. Şöyle bir şey de vardı, breakdance yaparken breakdance müziğiydi o, rap pek yoktu. Yurtdışına gidenlerden de breakdance müziği getirsene bana, kaset, plak falan istiyorduk. İnsanlar da oralara gidince breakdance bitmiş zaten Almanya’da İsviçre’de, nereden bulacaklar. O sırada Türkiye’de yolda Run-DMC, Public Enemy tişörtlü biri gördüğün zaman koşarak yanına giderdin, “Sen de mi dinliyorsun” diye. Ben de öyle biriyle tanıştım. Ondan istedim, o da bana breakdance müziğinin pek kalmadığını anlattı zaten, onun devamı olarak rap müziğin çok dinlendiğini, daha güzel olduğunu söyledi. Yurtdışına gitti, birkaç ay sonra dönerken de birkaç kaset getirdi bana. Üzerinde rap yazıyor, ne olduğu belirsiz. Karışık çekmiş şarkıları. Onları dinledim, şaşırıyorsun Allah Allah ne güzel diye. Kulağımız alışmaya başladı rap müziğe. Çünkü breakdance yaparken çalan müzikler elektro. Beatler daha elektronik müzik gibiydi. Öyle Public Enemy, Run-DMC ve diğerlerini daha çok dinler oldum.

 

 

Gurbetçi akrabalar üzerinden hiphop ile ilgili materyaller gelirdi hep, sizde durumlar nasıldı? Tatile gelenlerden ister miydiniz?

İsterdim, hala da isterim muhakkak. Graffiti dergisi, plak isterim. Public Enemy’nin kaset ve CD’lerindeki selamlardan çıkarıyorduk isimleri. “Public Enemy buna selam gönderiyorsa, bunlar iyidir” diyorduk ve istiyorduk o kasetleri. Bilmeden nokta atışı yapmaya çalışıyorduk. Artık ne yakalarsak kardır kafasıyla istiyorduk. Kasetler geldiğinde de çoğaltıyorduk, arkadaşlarla aramızda değiştiriyorduk. İnternet yok, dergi yok, hiçbir şey yok, öyle bir ortam oluşturmaya çalışıyorduk. Yabancı dergi satan yerlerde de graffiti ile alakalı kaynak bulamıyorduk yurtdışından gelen. Video kaset kiralıyorduk biz de. Filmlerde graffitili sahnelerde durdurup ekrana kağıt koyup üzerinden kalemle geçip onları inceliyordum, çünkü başka türlü çaresi yok.

 

Mektuplarla Haberleşip Albüm Yaptılar

 

Sonraya sakladığımız bir soruyu şimdi soralım o zaman. Geçmişte bu kadar zorluk içinde uğraşıp kaliteli işler ortaya konulurken, şimdi bu kadar olanağa rağmen neden eskisi kadar kaliteli işler yapılmıyor?

Değersizleşiyor.

 

Daha basitleşiyor?

Basitleşiyor. Yani şöyle diyeyim. Graffiti yaparken spreylerin uçlarına takılan, başlık diye tabir edilen şeyin adı cap(kep). Biz onları deodarant satan mağazalardan alıyorduk. X marka kalın sıkar, diğeri ince sıkar diye biliyorduk. Şimdi graffiti shoplar var, gidiyorsun level 1-2-3, yok skinny, yok super skinny diye çeşit çeşit cap var. Biz iki tane başlıkla öteki graffitiyi yapar mıyız, tıkanır mı, saklasak mı derdindeydik. Artık bir değeri yok.

 

Rap müzikte de böyle olduğunu düşünüyor musun? 1999’da çıkardığınız Yeraltı Operasyonu albümüne katkı sağlayan isimlerle mektupla haberleşiyormuşsunuz. Çoğu kişi birbirini tanımadan dergi aracılığıyla gelip giden mektuplarla buluşmuş. Şu an ise müzik yapabilmek çok daha basit. Toplum da kabullendi. Kişisel bir değerlendirme olabilir, fakat eski rap şarkılarının çoğu daha kaliteli.

Ruh vardı.

 

Şu anda da güzel şarkılar çıkıyor. Şimdi yapılanlar kalitesiz demek gibi olmasın tabii, haksızlık yapmak istemeyiz, bu konuda sizin görüşünüz nasıl?

O zamanki tutku ve ruh parçalara yansıyordu. O zamanlar kayıt yapmak şimdiki gibi kolay değildi. O zamanki bilgisayarlar hem play, hem record edemediği için beati kasete kaydedip, kasetten playleyip, sesimizi bilgisayara kaydetmek tekniğini kullanıyorduk. Sonra onu kaçırdıysak ya da BPM tutmuyorsa oturtmaya çalışıyorduk. Bayağı zordu.

 

Abi Cartel diye bir şey çıkmış, Berlin’de var, gelirken getir

 

Bunları da hep kendiniz deneyerek öğreniyorsunuz, değil mi?

Tabii. Ama benim bir bilgisayar programcılığı geçmişim de vardı. O dönemde Statik kendi beatlerini yapan ilk gruptu aslında. Birçok insana biz öğrettik. Bizden kastım, benim grup arkadaşım Jemy.

 

95’te Cartel ile Türkiye’de rap müzik tam anlamıyla birden patladı. O günler nasıldı?

Ondan öncesi de var. Bir kanal adını hatırlamıyorum MTV programları yayımlıyordu. Ben Cartel’i aslında ilk olarak orada gördüm. Cartel’in çıkış röportajıydı. Ondan öncesinde Karakan gelip radyolara demosunu bırakmış, Defol Dazlak ile bir şeyler denemeye çalışıyor. Ben radyoda tesadüfen denk gelmiştim Defol Dazlak’ın sonuna, tam ne olduğunu anlayamadan, “Hardcore rap bu ne oluyor lan” derken “Karakan’dan Defol Dazlak’ı dinledik” açıklamasını duydum. Hiçbir yerden de bulamıyorum. İnternet gibi bir şey de yok. Şok oldum tabii. O sırada da bir arkadaşım Berlin’deydi, başka bir arkadaşımın yanında kalıyordu. Telefon açtım, ama cep telefonu da yok o sırada. Dedim “ Abi Cartel diye bir şey çıkmış, Berlin’de var, gelirken getir”, o da sağolsun getirdi, 2 gün sonra CD elimdeydi. Fakat henüz Türkiye’de çıkmamıştı, kimse bilmiyordu. Tesadüfen o MTV programına denk gelmesem ben de bilemezdim. Çok şaşırdım, vay be bu ne böyle dedim dinleyince.

 

Almanya’dan ne kadar sonra Türkiye’ye geldi Cartel’in albümü?

1.5-2 ay sonra Türkiye’de çıktı. Cartel’in menajeri Ozan Sinan ile Karakan’dan Alper Number One TV’ye geldi o sırada. Menajer de “Gel gel gel Cartel’e gel” kısmını söyleyen kişi. Number One da altyazı geçiyor “Cartel birazdan konuğumuz”. Stüdyoları Yenibosna’da, ben de Şirinevler’deyim. Yakınız yani. Ben gidip tanışmaya karar verdim. Number One’nın radyoda da Cengiz adında arkadaşım çalışıyordu. O yardımcı oldu sağolsun. Cengiz’in adını verdim, bir şekilde içeri girdim, tabii beni radyo kısmına aldılar. Dedim Cengiz benim TV kısmına geçmem lazım. Cartel gelecek, tanışmalıyım. O beni soktu TV’ye tanıştım, tabii bunlar şok. Üzerinde Public Enemy tişörtü, elinde Cartel albümü olan biri. Ozan Sinan bana “Nereden aldın bunu” diye sordu. Berlin’den getirtiğimi söyledim. Türkiye’ye de ilk gelişleri albümle alakalı. Öyle tanıştık. CD’yi imzaladılar. Sonra tüm kadro geldi, onlar da imzaladı. Cartel’in video klip patlayınca bazı kasetçiler CD’yi yurtdışından getirtip kasete çekip satmaya başladılar. Pazarlarda Cartel ürünleri satılıyordu. Kasetler, tişörtler.

 

Türkçe Rap olmaz diye düşünüyordum

 

Tabii ben küçücüktüm, mahallede arkadaşlarla Cartel’in patladığı şarkıyı takılmadan kim söyleyecek diye yarışıyorduk. 95 kişiydi.

Sonra Cartel tam kadro geldi havalimanında karşılanmaları, olaylar falan. Ona ben gitmedim, bir arkadaşım gitti. Görüşmüş onlarla. Princess Otel’de kalıyorlarmış, bizi provalara çağırdılar. Hepsiyle tek tek tanıştım. Konsere de davet ettiler.

 

 

Oradaki duygunuz nasıl? Arkadaşlar acidci olmuş, metalci olmuş, siz de “Bu iş olacak” diye düşünüyorsunuz. Bir anda Cartel bir geliyor; Tarkan-Sezen Aksu popülerliğine ulaşıyor. Ve bunlar 1 ay içinde oluyor.

Çok hızlı oldu her şey. Günde 8-9 kere Cartel’in klibi TV’de yayımlanıyordu. Hatta 2 kere arka arkaya yayımlanıyordu. Şunu diyorlardı TV’de, dinledik, ama genel istek üzerine tekrar yayımlayacağız.

 

Göğüsler kabarıyor bunlar olurken sizin, değil mi?

Ben Türkçe Rap olmaz diye düşünüyordum, Grup Vitamin var yani, orada benim de parmağım var aslında.

 

Nasıl?

Babam müzik direktörü. O dönemde birçok sanatçıyla çalışıyor. Ben yolda devamlı rap dinlediğim için bana “Tunç bu ritmlerin üzerine sözler yazdırsak popüler olur mu, dinlenir mi” dedi. Ben de NWA, Public Enemy dinliyorum, babam bana komik sözler yazdıracağız üzerine diyor. Yok olmaz diyorum. Neyse aklında kalmış. O dönemde Ufuk Yıldırım ve Ercan Saatçi babamla çalışıyor. Ufuk aksak ritmle takılırken, babam “Ufuk bunlar kalsın, üzerine komik sözler yazacağız, rap yapacağız” diyor, onun da hoşuna gidiyor. Bir süre sonra babamla yolları ayrılıyor, bunlar da oturup Vitamin’i çıkarıyorlar. Babam da “Benim fikrimi çaldınız” diye Vitamin 3 diye bir kaset çıkarıyor, kapağında şişko bir bebek var hatta. Şöyle akıllı adamdı, “Bunların üzerine komik söz yazılacak” dediği zaman çevremde mizahçı var mı, onlar yazsın istedi. Biz oturup yazalım diye düşünmedi. Gerçekten mizahçılar yazsın istedi. İlk babam yapsa farklı olabilirdi, bilemiyorum.

 

95’ten sonra “Profesyonel olarak bu işle ilgilenmeliyim” diye düşündünüz mü?

Profesyonel ilgilenme diye bir tavrım olmadı hiç, hala da yok. “Bu iş olur, o zaman biz de bir şeyler yapalım” diye düşündüm. Bilgisayar dergilerinde yazdığım için öyle bir ilgim vardı. Amiga bilgisayarlarda birçok iş yaptık. Oyun yazdık, grafik çizdik.

 

Bilgisayara aşina olmak beat hazırlarken de işe yaradı mı?

Tabii. İlk bilgisayarımı 83 yılında babam almıştı, Spectrum.

 

Baba önemli bir figür hayatınızda?

Evet, bayağı desteği oldu. 87 olması lazım, o yıl da Commodore Amiga diye bir bilgisayar aldık. Daha önceki Specturum’da çok debelendim. Hey Dergisi vardı, orada mektup arkadaşı oyun takası yapılır, satılır falan gibi birkaç insanla tanışmıştım. Onlardan bilgisayar konusunda bir şeyler öğrendim, karşılıklı birbirimize yardımcı olduk. Amiga’ya geçtiğimde artık daha hakimdim bilgisayara. Bilgisayar dergilerinde yazmaya başladım. Dergicilik, yazı yazma konularında bilgilendim. 94 yılında da Show TV’de grafiker oldum.

 

Cartel’in gelişini milat olarak kabul edersek, İnönü Stadı’nda tıklım tıklım verilen konser, çıktıkları TV programlarının reyting rekoru kırması, sonra neler oldu?

Bize büyük bir gaz verdi bu. Aman bu iş oluyor, başka şeyler olacak. Aslında hiçbir şey olmadı. Cartel geldi, biz zannettik ki daha başka Almanya’da gruplar var. İşte CD içinde hatırlayanlar vardır, giysi satma kağıdı vardı. Almanya’da çok büyük rap sektörü varmış, buraya geliyorlar artık gibi bir hava vardı. Orada gruplar varmış, ama hepsi küçük küçük gruplarmış. Düşündüğümüz gibi değilmiş. Sonrasını Cartel’in kendisi de başaramadı. Erci-E’in albümü çıktı. Dans parçası gibiydi. Ona şaşırdık. Ya ne oluyor kapüşonlu geceleri dolaşan kan kardeşlerdi hani. Peşinden Karakan’ın çıktı. Onlar da gangster gibi takım elbiselerle limuzin içinde olunca, biz buradaki dinleyici kitlesi olarak biraz hayal kırıklığına uğradık açıkçası. Gemlik’ten Hedef 12 çıkarmıştı Tam İsabet albümü, o değişik geldi bize.

 

Basındaki tek köşe her şeyi değiştirdi.

 

95 öncesi çorak, sonrasında bir şeyler çıkmaya başlıyor?

Ufak çaplı. Sonra ben Blue Jean dergisine yazayım ki bir şeyler olsun diye düşündüm. Cartel’den sonra Bakırköy’de bazı insanların hala breakdance yaptığını gördüm. B-boylar ile tanıştım, o da sürprizdi. Hala bırakmamışlardı. Benim kadar eskiler de vardı, yeni başlayanlar da. O yeni başlayanlar benim için umuttu. Breakdance o zaman yapıldı ve bitti, hatıra olarak kaldı Rock’n Roll gibi diye düşünüyordum. Onlarla tanışınca acaba başkaları da var mı düşüncesiyle Blue Jean’e girmek istedim. Gazete Pazar diye bir gazete vardı, bütün hafta okuyabileceğin dergi gibi bir gazeteydi. Orada bir arkadaşım çalışıyordu. Bir yere gidip kapıyı çalıp girince bir şeyler elde etmen zor, ama tanıdıkla gidince daha dürüst cevaplar alabiliyorsun. “Böyle bir şey yapmak istiyorum” dedim, o da bağlantı kurdu. Ne yapacağımı da sordu. Ben de graffitileri gösterdim, yapılıyor mu İstanbul’da diye konuştuk. Hatta beimle röportaj yaptılar 2-3 hafta devam etti. O röportajdan sonra Blue Jean’e gittim, görüştük. Büyük bir gazla hiphop sayfaları yapmak istediğimi söyledim. Beni oraya “Çizgi roman çizmek isteyen bir çocuk var” diye tavsiye etmişler oysa. “Çıkar bakalım çizgi romanları” dediler bana, “Ben de ne çizgi romanı ben hiphop ile ilgili köşe yapmak istiyorum” dedim. Onlar da dergide çok köşe var diye ekstra köşe istemediklerini belirttiler. Ben de dergileri çıkardım, graffileri gösterdim, böyle bir dünya işte diye anlattım. “Aaa ne kadar renkli, hadi bir deneme yap” dediler. Demo sayfa hazırladım, 97 Temmuz’da da o sayfa yayımlandı, kesintisiz olarak 2007’e kadar hiphop köşesini hazırladım. Oraya parti bilgileri gelmeye başladı, mektuplar geliyordu. Şaka maka bakıyorum Ankara’dan, İzmir’den, Bursa’dan, Samsun’dan yazılar telefonlar geliyor. Meğer insanlar varmış, ama kimseyle bağlantısı yok. Gruplar da kurulmaya başlandı. Biz de oralara gittik konser vermeye. 98 yılında ben de “Bu kadar demo geliyor, insanlar var, bir şey yapmalı” dedim.

 

Gelen demolarda ışığı gördünüz mü?

İlk önce İstanbul’dan geldi bir şeyler. Ceza’nın ilk parçası Wu Tang Clan’in Method Man parçasının üzerine yapılmış demoydu. Yani beat yok elinde, onun üzerine söylemiş. Benim Adım Ceza’ydı galiba parçanın adı. Ondan sonra Dr Fuchs Uçan Silahlar ismiyle Bakırköy’deydi onlar. Biz Jemy ile ilk çıktığımızda drum & bass yapıyorduk, rap dinliyorduk ama. Hatta break beat yaptığımız oluyordu, sonradan komple yöneldik. Yeraltı Operasyonu çıkarttığımda bir drum and base parçamız da Aksi istikamet diye bir toplama albümde çıktı bizim Statik grubu olarak. Jemy sonra Türkçe rap yapalım diye bastırdığı Türkçe rape geçtik. Ben aslında sahneye çıkayım rapçi olayım istemedim. Prodüksiyon kısmında kalmak istiyorduk. Zaten olmadım da. Sonra demolar geldikçe insanlarla tanışmaya başladık. Cartel’le 500 bin satışa ulaşılmıştı tek albümde, fakat sonra üyelerinin çıkardığı albümler az sattı. Plak şirketleri de rap çıkarmak istemiyordu. Zihni denemişti, Rapor 2 ile acaba olur mu diye. Hardcorecuların da sevmesiyle güzel bir canlılık ve satışı yakaladı o zamana göre. Ama kimse çıkarmak istemiyordu başka. Kod Müzik Taksim’de bir dükkandı, sonra plak şirketi haline geldi, onlar da bir şeyler çıkarmaya başlamıştı. Ben de Kod’a gittim, “Bir şeyler çıkarmak istiyorum” dedim. Onlar da sıcak baktılar. Sonra insanları oraya götürmeye başladım, Nefret’i götürdüm, Silahsız Kuvvet’i. İzmir’de Susturucu bizim arkadaşımızdı konsere gidince onlarda kaldık. İzmir’de Yener’le tanıştık, demosunu aldık. Ses, Susturucu, Nefret, Silahsız Kuvvet, Yener, Jemy ile benim grubum Statik şarkılarıyla albümü çıkardık.

 

Hiphop için birçok çalışma yapıyordunuz, bu süreçte olumsuz eleştirilerle karşılaşıyor muydunuz?

Bazen şikayet mektupları geliyordu, “Sen Türkçe rapi tekelleştiriyorsun” diye. Ben de insanlara şunu diyordum: “Madem öyle yaptığımı düşünüyorsun, git sen de başka bir dergide yaz”. Blue Jean dışında 6-7 tane daha müzik dergisi vardı çünkü. Sen de yaz orada. Türkçe rapin bu ana kadar gelişmemisindeki en büyük etken ne biliyor musun garip bir şekilde? Medyadaki rap dinlemeyen insanlar yüzünden. Oralarda çalışıp yazar olan rapçi olan kaç kişi var? Son dönemi geç. Yani Eminem furyası, trap mrap davasını geç. En baba yazarlardan diyebilir misin şu rap dinliyor diye?

 

Türk basını her zaman yurt dışını taklit eder

 

Yok, sıfır.

Yok işte. O yüzden bu zamana kadar, yani Ceza’nın patlamasına kadar –ki Ceza’nın patlaması da aslında Eminem’in patlamasına denk değerdir.

 

Tam da eş zamanlı.

Onun sebebi de şudur. Türk basını her zaman yurtdışı basınını taklit eder. Dışarıda Eminem patlayınca, “Burada bir hero bulalım, onu gazlayalım” düşüncesiyle, Ceza da kabiliyetli olduğu için Ceza öne çıktı. X köşe yazarı da rap dinlemediği için, bunca zamandır rock grupları, Pentegram’dır, Mavi Sakal’dır gruplar yayımlandı.

 

Ortada yetenekli Türkçe rapçilerin yokluğu değil de, bunları öne çıkaracak, topluma sunacak medyada çalışanlar yoktu yani?

Medyada çıkmak reklam anlamında var. Ama artı grup açısından da gazı var. “Bak biz bir yere çıktık, artık hayta gibi takılamayız” falan gibi. Yani hem dış destek, içeriden de gruba sağladığı motivasyon var. Ben Blue Jean’de de bu konuda baskın oldum. Heavy metalciler var dergide, haydi Slayer koyalım. Ben de “Hoop Wu Tang var, acayip satıyor, onu da koyalım” diyordum. Dergide hiphop görmezsen gözün diğerlerine kayar sonuçta. Bu hala devam eden gizli bir savaş aslında. Bu arada, Türk insanın kulağı melodik değildir, ritmiktir. Aslında Türk insanı rap müziği daha çok sever. Darbuka duyduğumuzda göbek atıp dans eden insanlarız biz. Ritm çok var bizim müziğimizde. Asıl burada rapin popüler olması lazım, gar gar gar heavy metalin değil yani. Dışarıdan bir örnek vereceğim. Almanca rapi kuranlar Türklerdir. Çünkü Almanca rap ilk önce İngilizce başladı. Mesela Islamic Force grubunun ilk ürünleri İngilizcedir. Ve daha sonra Almanca rape geçmeye başladığı zaman, Türk olup Almanca rap yapan sizin bilmediğiniz yüzlerce MC var, ilk olanlar 80’lerin sonu 90’ların başı. Şimdi de Almanya’da rap müzik dergilerinde yazan adamlar Alman oldukları için hiçbir Türk MC’nin adı geçmiyor. Killa Hakan hiçbir dergide çıkmıyor. Herkes herkesi koruyor. Bu piyasa böyle.

2000’lerin başını konuşalım. Albümler çıkıyor, festivaller oluyor, konserler var. Türkçe rap yapanlar artık daha görünür hale geliyor. H2000 vardı mesela o dönem önemli bir festivaldi.

H2000’nin ilkinde ben çaldım zaten, Cezaları da oraya çıkabilmeleri için ben tavsiye etmiştim.

 

Sonra Rock’n Coke düzenlenmeye başlandı. İnternet işin içine girdi. Kliplerde, dizilerde, filmlerde Türkçe rap şarkıları duyar olduk. Çatlattığınız duvardan su sızmaya başlıyor yani. Sonrasını nasıl anlatırsınız?

2000 sonrasında benim pek yaptığım bir şey yoktu, Yeraltı Operasyonu 2’yi çıkardım sonra da bıraktım zaten. Ceza ve Dr Fuchs’un grubu Nefret, Hammer Müzik ile anlaştı, Yunus’un (Silahsız Kuvvet/Sagopa Kajmer) orayla anlaşması, kendi ayakları üzerinde durmaya başlamalarıyla bıraktım. Zaten Nefret ve Ceza’nın albümlerine bakarsanız en baştayken ben, sonra ortalara gelip, sonra sona gelip, bir anda pat diye artık selam bile gönderilmeyen bir insan haline geldiğimi görebilirsiniz.

 

Bu sizi üzdü mü?

Umrumda değil doğruya doğru, kendileri bilir.

 

Aktif olarak bir iletişiminiz var mı bu insanlarla?

Yok. Bir yerde karşılaşırsak görüşüyoruz.

 

Ceza ile aranız nasıl?

Ceza ile yüzyüze görüşmeyeli herhalde 12 sene falan olmuştur. Belki daha fazla. En son ne zaman görüştüğümüzü hatırlamıyorum, ara sıra whatsapptan konuşuyoruz.

 

Yani bağınız devam ediyor.

Bir küskünlüğümüz yok canım kimseyle. Yener’le konuşuyoruz etkinliklerde karşılaşıyoruz.

 

Gidişatı doğru bulmuyorum

 

Bu sayımızı hazırlarken fikir alışverişinde bulunduğumuz kişiler size özel başlık açtılar hep, insanları mektuplarla toparlamanız, hiphop için verdiğiniz mücadele vurgulandı hep, bunu eklemiş olalım. 2000’den sonra geriye çekilmenizin özel bir nedeni var mı?

Daha fazla içinde bulunmak istemedim. Zaten yapacağımı yapmıştım. Ortamdan hoşlanmıyordum artık, içinde oldukça daha fazla kötü hissedeceğimi düşündüm. Çok fazla laflar dönüyordu, dedikodu kazanı var, orada olmayayım dedim. Ben de yaptıklarımı yapmak istiyordum ve yaptım. Gidip evde tek başıma rap dinleyip, sokağa çıktığım zaman Public Enemy tişörtü olan birini göreyim tanışayım diye bekleyeceğime, insanlar çoğalsın arkadaşlarım olsun diye düşünüyordum, oldu da. Blue Jean’deki köşeyi hazırlamaya başladıktan sonra gerçekten de kardeşim diyebileceğim kişilerle tanıştım. Hala bağımız var. Onlar bana kar. Öteki MC’ler benim için hiçbir şey ifade etmiyor.

 

Bu işin artık mutfağından çıkmış bir dinleyici olarak sizi konumlandırırsak, şu anki piyasayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelinen nokta nasıl?

Doğru gitmiyor şu anda. Klasik mainstreamin hiphopu rapi kullanması gibi bir kafa var. “Böyle bir şey var, gençler dinliyor, yaptığımız ürünleri gençlere pazarlamak için onların nasıl dikkatini çekebiliriz? Bunlar dinleniyor, o zaman nasıl kullanabiliriz” gibi bir şey var. Bu kadar çok insan dinliyor. Bazı MC’lerin Instagram hesaplarını yüzbinlerce kişi takip ediyor, Ezhel’in milyon takipçisi var falan filan. Ya bir tane uzunca süredir devam eden dergimiz yok. Adam akıllı tarafsız, güvenebileceğin web sitesi yok. Piyasası yok bu işin. Almanya’ya ya da Fransa’ya gittiğin zaman üç-beş rap dergisi var, shoplar var. Sadece rap müzik satıyorlar. Aynı şey 90’larda oldu. Her yer rock bardı, heavy metal shoplar vardı, dergileri vardı. Popülerliği bir bitti, anında bunlar da bitti. Ne heavy metal shop kaldı, ne rock bar.  Tamam birkaç tane var ama eskisi gibi değil. Burada piyasamız olamıyor, bir örgütlenme yok. Gruplara MC’lere para kazandırma mantığı yok. Ben bir parti yapsam şimdi, Yeraltı Operasyonu partisi yapsam, milletin çoğunluğu beni “Abi beni de yazdırsana” diye arar. Ya beni destekle ki ben bunun devamını yapabileyim. Partiyle zengin olunmuyor. Parti ile birkaç ay faturanı düşünmeyeceğin bir şekilde para kazanıyorsun. Bir partiden 100 bin lira kazanmıyorsun. De ki “Bu adam bunca zaman hiphop için bir şeyler yapmış, belki bir proje için para ihtiyacı var”, al biletini gir. Ya da graffiti kitapları çıkartıyorum, yabancılar alıyor. Öyle bir destek düşüncesi yok. Almanya’da mesela Hamburg’da mainstream bir MC çıkarsa, para kazanan, hemen o Hamburg’daki en yetenekli graffiticiye albümünün kapağını yaptırır, konserinde arkaya graffiti yaptırır, Hamburglu grup konser öncesi dans eder. Bir şekilde maddi destek olur. Klibinde oynatır. Burada yok öyle bir şey.

 

Türkiye’nin en eski graffiti grubu

 

Shot to Kill (S2K) adında bir graffiti grubunuz var dünyada tanınan, onun hikayesini de anlatır mısınız?

Türkiye’nin en eski graffiti grubu diyebiliriz. Dünya standartında iş yapıyoruz. İyi iş yaptığın zaman dikkat çekiyorsun. Adamlar da seni içeri alıyorlar, web sitelerine koyuyorlar. Oralara torpille, tanıdıkla giremiyorsun. Bakıyorlar kötüyse kötü, almıyor. Biz de hep güzel olsun diye uğraşıp yaptık ve öyle tanındık yurtdışında.

 

S2K ekibinin elinden çıkan bir graffiti

 

 Türkiye’de nerelere graffiti yaptınız?

Karadeniz’de Ordu’ya kadar gittim. Çankırı en uç nokta İç Anadolu’da. Ankara’da yaptık. Şanlıurfa’da çok kalamadım, tag attım sadece. Adana’da, Antalya’da, Muğla’da, Bodrum’da yaptık.

 

S2K üzerinden aldığınız tepkiler nasıl? Sizi şaşırtanlar?

Yurtdışına gittiğimizde, “Müslümanlığın yoğun olduğu bir ülkede 80’lerden beri bu işi nasıl yaptınız” diye soruyorlardı. “Yaptığınız işe günah, kötü gözle bakılmadı mı” buna şaşırıyorlardı.

 

S2K ekibinin Taksim’de yaptığı bir graffiti.

 

Bayağı oryantalist bir bakışmış bu…

Mesela internet yokken biz mektuplaşıyorduk gruplarla. Bize “Fes takıyor musunuz, sizin orada hırsızlık yapanların ellerini kesiyorlar mı” diye soruyorlardı.

 

Siz bu yanlış bilgileri, düşünceleri de kırmışsınız?

İstanbul deyince sinemanın verdiği efekt geniş açıyla Tahtakale çekimi, ezan sesleri, koşturan adamlar, bir kaos vardır ya… İnsanlar öyle zannediyor.

 

James Bond bile yaptı

Gelmeyenler öyle gözle bakıyorlar

 

Banksy hakkında ne düşünüyorsunuz?

O street artcı, ben graffiticiyim.

 

Anonim olması, mesaj göndermesi, nasıl görüyorsunuz?

Ben graffitilerimde mesaj vermiyorum, mesaj vermek de istemiyorum. Benim derdim etrafı boyamak. O street artçı. Onunla beni karşılaştırmak gemiyle kamyonu karşılaştırmak olur, ben konuşursam anlamsız olur.

 

Ezhel’in tutuklanması sonrası insanların çok tepki göstermesini, Ezhel’i sahiplenmesini nasıl buldunuz?

Ezhel bir kere sevimli bir adam. Öyle sıcak bulunduğu için de çok insan destekledi. Dostları da, bizler de çıkıp gerektiğinde bir şey söyledik. Ama Khontkar için böyle bir şey yapılmadı. Başka kişiler olursa onlara destek amaçlı bir şey yapılır mı? Benim fikrimi sorarsan yapılmaz. Bazı şeyler vardır şansdır, bir anda olur ve neden olduğunu kimse bilmez. Bu da belki için Ezhel için bir şanstı. Bana şu yanlış geliyor. Varolan bir suç yok. Birisi bir şeyi şikayet ediyor ve o insanın alınıp hapise konulması yanlış. O kişiye yurtdışına çıkma yasağı koyarsın, karakola gitme zorunluluğu koyarsın, gerek yok. Sen şimdi genç bir çocuğu, müzik yapan, sanatla uğraşan bir insanı hapse kapatmak yersiz bir hareket. Öyle bir şikayet olabilir, ayrıntısını bilmiyorum, ama varsa yurtdışına çıkma yasağı koy, tutuksuz yargıla, suçu varsa da cezası neyse uygula. Ama ortada hiçbir şey yokken de böyle bir şey olması bana doğru gelmiyor. Sonuçta rap piyasası show business bence. Herkes bir şeyler yapıyor olabilir, ama sahnede şov haline getirmen için büyütmen lazım. Kurtlar Vadisi’ndeki adamlar normal yaşantılarında birilerini mi öldürüyorlar? O da bir şov. Orada şarkıda diyor, yok işte  Uyuşturucu yaprağının yanında fotoğraf çekilmiş. Çekildiği fotoğrafı değil de, bunu nerede çekildin kim yetiştiriyor diye sor ona. Onu yapan suçlu, Ezhel değil.